218

"Bayat bisküvi kadar süper bir şey yok lan!"
Harun Yılmaz 2008

"Harbiden lan böyle yımış yımış ağızda dağılıyor falan"
Nesnel İleti 2008

217

10 parmak F klavye'ye başladım. Onu halledince ver elini 10 parmak mors...

216

"ımmm nar koktu" dan yola çıkıp "Narkolik" kelimesini türetip, narkotik'le benzerliğine içten içe kopan, yarılan bir insanım.

215

Trabzon’a gelmeden önce siyah montla siyah pantolon almıştım. Botum zaten siyah, içime de siyah bir şey giyersem simsiyah oluyorum. Eskiden çok istediğim halde bu kadar siyah giysim olmamıştı be eheheh...

Merkezde değilim ben ilçedeyim, bu halde sokağa çıktığımda herkes bana bakıyor lan. Tabi alışık değil tabi millet böyle tipte insana, zaten buraların insanı da garip ya tırsmıyor değilim. Neyse ki mont sert gösteriyor biraz eheh...

214

Ayağımın eşofmanın astarına dolanması kadar tiksindiren bir şey yoktur.

213

Bilmediğim bir şarkıyı dinlerken uyuyamadığımı fark ettim.
Mesela çok iyi bildiğim Dark Tranquility albümlerinden birini dinlerken mışıl mışıl uyuyabilirim ama bilmediğim bir şeyse isterse klasik müzik olsun...

212

2 sene önce ekşide yazar olmak hayalimdi. orada yazamayınca başka bir sözlük bulup yazmaya başladım, gayet de güzel yazıyordum. Sonra o sözlük kapanınca birden soğudum. Başka sözlüklerde yazmayı denedim ama beceremedim.

Ekşinin alımı açtığını duyduğum anda hemen atladım ancak onay bekleyen çaylak olmak için gereken 10 entryi dahi tamamlayamadım, kaldı öyle. Yine de silinmesin diye ara sıra giriş yapıyordum.

Geçen ssg'nin doğum gününde toplu alım yaptılar. Eğer onay bekleyen çaylak olsaydım ne güzel yazar olabilecektim. Ancak yine bir şeyler yazabileceğimi hiç sanmıyorum. Zaten yazar olmayı içimdeki ukdeyi gidermek için istiyorum, o yüzden de çok fazla koymadı eheh...

211

Madem önümüzdeki birkaç ay evimdeki internetten uzak kalıcam, öyleyse indirmeyi unuttuğum albümleri indireyim de kota boşu boşuna durmasın dedim. Iced Earth, Iron Maiden, Demons and Wizards, Uriah Heep ve Dark Tranquility’nin de son albümünü indirdim. Gitmeden ancak yarım saat önce bitirebildim. Mp3 player da tüm indirdiklerimle ağzına kadar doldu, dışarıda kalan da olmadı ha. Çok seviyorum böyle ağzına kadar doldurmayı.

Evet, eniştem askere gittiğinden ablam yalnız kalmasın diye Trabzon’a geldim. Neden gelmeyeyim ki, gelecem tabi. Tüm makinelerimi, ıvır zıvırlarımı hatta tab edilmemiş makaralarımı, tekrar taratacağım negatifleri falan da aldım yanıma. Birde Ps2 için God of War aldım da çalışmadı lan, çok koydu ha. Bilgisayarımı da getirdim, tv’ye bağladım. Ancak tv her ne kadar iyi olsa da tüplü olduğundan oyun oynamak dışında diğer şeyleri verimli yapamıyorum. Mesela bu yazıyı ben yazmasam 12 puntoda olduğundan okuyamam =P Blogları da yazıları büyüterek okuyabiliyorum mesela…

Bir süre buradayım işte; dışarı çıkar tek başıma gezerim, Lubiş’imle fotoğraf çekerim, belki dil kursuna neyim giderim, gün boyu Lost ya da How i met your mother izlerim…

Oh mis…

210

Stop motion yapmak için 3 paket jelibon aldım, hepsini yidim, yidik, yidiler.

209

Tek cümlede kitap özeti

Olasılıksız: Küsuratlı sayı vereyim de salladığım anlaşılmasın.

208

Param olsa tablet alırdım, tabletim olsa yazılarımı onda el yazımla yazıp jpeg olarak yayınlardım. Çoğu kişi okuyamazdı tabi ehehe…

207

Kar yağsın istemek, dışarıdaki evsizleri hatırlayıp vazgeçmek, ikilemlerin içinde boğulmak…

Of ulan…

206

Bunu gördükçe “oha lan buraya bu fotoğraftan başka bir şey böyle cuk oturamaz” diye düşüp, nedenini sorgulamaktan kendimi alamıyorum.

205

Ekşimiş süzme yoğurt kadar sevdiğim bir şey yok lan!

204

Sonbaharda yere düşen yaprakların o nemli kokusunun verdiği huzuru hiçbir şey veremez!

203

Kabarmış hindi’ye sarılmak güzel olabilir sanki.

202- İstanbul Metallica Konseri–2

Sabah 11 gibi otelden yanımıza hiçbir şey almadan çıktık. İçeri fotoğraf makinesi alınmayacak diye biliyorduk ama kapıda hiç de uygulamadılar kuralı. Boşuma makinesiz gittik. Zaten sahanın diğer ucundan ancak 1-2 tane panorama çekebilirdim o kadar. Neyse, istiklalin başındaki simitçide poğaçayla kahvaltı yapıp stadyuma gittik. Ece’yle orda buluşacaktık. İçeri gireceğimiz kapıyı falan ararken Harun’un bir arkadaşıyla karşılaştık onlarla vakit geçirdik. Bu sefer de onların içeri gireceği kapıyı aramak için sahanın çevresinde dolanalım dedik, sahne arkasına çıkan kapıyla karşılaşıp geri döndük eheh… Ece geldikten sonra biraz daha oyalanıp 2’ye doğru sıraya girdik. Gerçi sıra değil insan topluluğu vardı. Sabahlayan da vardı, bizden sonra hala gelen de. Kapılar açılmamasına rağmen yavaş yavaş önlere ilerleniyordu. Harun’un arkasındaki sevişgen çift aralarına Harun’u da alacaklardı ki yemek yiyelim diye gittiler arkamızdan. Yoksa threesome’a doğru gidiyordu olay. Herif kız arkadaşının kıçıyla Harun’unkini karıştırdı o derece ahaha… Saat 2’yi geçmişti, Ece’de yemek yesek falan dedi, “açarlar birazdan kapıyı hem erken girelim de güzel yere oturalım” dedim, demez olaymışım. O arada yerde yumuşak bir şeye bastım, baktım mcdonnald’s ketçapı. “Basarım lan buna, şşş basıyı mı lan, şş hazır ol basıyom bak” dedim, bastım. Yan tarafta bi elemanın ayakkabıları batırdım ehehe… Sonra içeri girdiğimde aynı şeyi başkasının bana yaptığını fark ettim. Hem de öyle böyle değil pantolonu dize kadar çizgi şeklinde batırtmıştı. 5 ay oldu ayakkabıda hala izi duruyor ehehe…

Saat 3’ü de geçince millet sıkıldı, sinirlendi tabi. Her konserin, kalabalığın, izdihamın vazgeçilmez unsuru olan “havaya dolu pet şişe atmaca” olayı başladı. İyi arkadayız falan derken arkamızda bik bik konuşan kızlardan birinin suratına benim saçımı sıyırarak geçen pet şişe çotanak diye yapıştı! Birkaç dakika geçmeden aynısı bu sefer Harun’a oldu. Yazık adama lan, birisi elledi birisi pet şişeyi kafasına attı falan…

Dış çitlerle kapının ortasına doğru yaklaşmaya başlamıştık, artık çıkalım desek de çıkamazdık. Saatlerdir ayakta olmak ve etraftan ittirenlere karşı koymak yormaya başlamıştı. Kapının dibindekiler hem açılış saatinin 2 saat geçmesine hem de kafalarına yedikleri sayısız pet şişeden dolayı kapıyı tekmelemeye güvenliğe sövmeye başlamışlardı. Kalabalığın tam ortasına geldiğimizde birbirini ittirme furyası başlamıştı. Koduklarım piç gibi zevk alarak önlerindekileri ittiriyordu. O öndekiler de biz oluyorduk tabi. Ece benim önümde Harun solumdaydı sonra nasıl oldu anlamadım sağıma geçti. Etraftakilerle o kadar yapışıktık ki ayakta durmak için değil kendi yaşam boşluğumuzu korumak için uğraşıyorduk. Harun’a baktım bacakları yere 35 derece ile duruyordu, o derece ittiriyorlardı arkadan. Zaten o baskı altında ayaklarını yerden çeksen yere düşmen imkansız, tabi bu sefer ezilirsin. Harun’un ensesinden birisi buz mu atmış ne yapmışsa adam birden dayanamayıp herifin çeneye yumruğu indirmiş, ben görmedim. Her şey de bu çocuğun başına geldi lan, yazık ehehe…

Saat 4 civarıydı, kapıları açtılar sonunda! Ama millet nasıl hücum etti var ya, o an içimden “aha izdiham da ezilmek böyle bir şeymiş demek ki” dedim. Öküzler güvenliklere pet şişe atmaya başladılar yine. O sırada önce bi hareketlenme oldu güvenlikler birisini tekme tokat içeri aldılar. Sonra etraf duruldu, biraz nefes aldık. Çevremizdeki elemanlarla normal tanıdıkmışçasına sohbet ederken “akraba olmak” kavramını en güzel örneğiyle yaşadığımızı fark ettim. O kadar yakınken konuşmazsan garip kaçıyor biraz eheh…

Hala pet şişe atmaya devam edenler vardı. Biraz daha ileri ilerlerken birden önümüzdekiler arkaya doğru çullandılar resmen, birkaç adım geriye girmek zorunda kaldık. İşte o an asıl izdiham kavramını öğrendim! Öyle ki o sırada yere düşsen -ki o kalabalıkta zor- gayet güzel ezilirsin, kolay da kalkamazsın ha. Neyse, noluyor diye baktım ileri, bir tane kel kafa kalabalığı yararak ilerledi, bir çocuğa bağıdı, azarladı sonra onu da içeri aldı. Meğersem pet şişe atmış çocuk, güvenliğin de canına tak etmiş ki normalde yetkisiz olduğu bizim tarafa dalmış. Evet, güvenliklerin kapı önünden başka yere müdahale etme hakları yokmuş. Tabi bunun gibi durumlar hariçmiş, eheh…

Kapıya yaklaşan her bayan “ay ben fenalaştım ay ay alın beni” nidalarıyla o son anki sıkışıklıktan kurtarılıp içeri alınıyordu. O son anki sıkışıklıkta koptuk birbirimizden. Ece’de kısmen o şekilde hemen içeri girdi, sonra ben girdim ardımdan da Harun. “Oha lan” diyerek nefes aldık, hemen sahaya giren kapıya ilerledik. Az daha saha içine giriyorduk ki bizi yukarı kata yönlendirdiler. Bilet numaralarımıza göre yerlerimiz solda olmasına rağmen gidip sahnenin tam orta hizasındaki koltuklara oturduk. Saat 5 olmuştu…

(Not-2: 1 saattir yazdıktan sonra tekrar ara vermek zorunda kaldım.)

Alt grupların çıkmasını beklerken acıktığımızdan “ecük” olan paramızla garip tadı ve fahiş fiyatı olan köfteden aldık, 2’ye bölüp yedik. Susadık, bir bardak suya 1,5 litre parası verdik, onu da yarım yarım paylaştık. Sonra bir daha susadık, iki yudum suya o kadar para vermenin acısını çekerken o sinirle “lan gel tuvaletten içelim” dedik. Gittik ki muslukların suyunu kesmişler ama klozetlerinki akıyor. Herifler kasıtlı kesmişti bence lan. Klozetten içmedik tabi, oha.

Sırayla The Sword, Pentagram, The Down çıktı, onları izledik güzelce, sakince. Arada Uykusuz okuduk pantolonumda ki ketçapı sildik, dinlendik güzelcene… Tüm alt gruplar çıkmış sıra Metallica’ya gelmişti. Herifler baya bekletti bizi, millet sıkılmaya başladı iyice. Stadyuma gelirken Galatasaray formalarıyla konsere gelen bi grup görmüştük. Kapalı tribünlerde küçücük Meksika dalgası gördüğüm an onlar geldi aklıma. Aha dedim keşke büyük bitane olsa da biz de katılsak dedim. Hep istemişimdir kalabalık içinde Meksika dalgasına katılmayı ha. Tribündekiler saha içine laf attılar “sizi de görelim yapın hadi” gibisinden, saha içinde de dalga oldu ama millet birbirini göremediğinden pek devam edemedi. Sonrasında karşı tribün başladı ama sadece kapalı tribünde kalıyordu dalga, açık tribündekiler olaya sonradan uyandı ve dalga bize de geldi sonunda. Hava kararmış, stadın ışıkları açılmış, tüm stat aralıksız meksika dalgası yapıyor… Çoh süper dakikalardı ha. “Metallica’yı sallayın biz kendi kendimize eğleniyoruz” havasındaydık. O eğlenceyle tüm günün yorgunluğunu attım nerdeyse.

Ve onlar geldi! Creeping Death’le girdiler direk. Ne çalacaklarını bilmeme rağmen ne olduğunu anlayamadım. Hatta nakarata eşlik ederken birden uyandım, Harun’a dönüp “olum gerçek mi lan bu?!” dedim. Omuz omuza verip kendimizden geçtik. En güzel anlar bunlardı hatta o kadar gereksiz ayrıntıdan sonra asıl bu ayrıntıları yazmak isterdim ama rüya gibi 2-3 saatti. Anlatılmaz yaşanır olayı yani.

Önümüzdeki sırada Metallica tişörtlü gençler vardı, onlar dışında da genelde normal tişörtler vardı. Mesela bende beyaz So What tişörtüm vardı. Konser başlamadan önce “oo bunlar sağlama benziyor tek coşan biz olmayız” diye düşünmüştüm ama kof çıktı herifler, öylece oturdular. Hadi onları bırak konser başlayınca hala saha içindeki büyük yastıklarda yatanlar vardı be! Ulan koduklarım madem yatmaya geldiniz, madem yiyişmeye geldiniz ne diye saha içinden alıyorsunuz bileti?! Sinirim fazla sürmedi neyse ki…

Hangi parçaydı hatırlamıyorum birden sahnenin kenarındaki propan püskürtücülerden alevler yükseldi ve gecenin ortasında 1 saniyeliğine 150 metre uzakta olan bizi iliklerimize kadar ısıttı! Harun’la göz göre gelip “o neydi laaağn!” dedik, “Oha lan nasıl ısındık bir daha yapsalar eki eki” dedik. En büyük rahatsızlığımız sesin bize 1 saniye civarı gecikmeli gelmesiydi. Bu yüzden altıma ediyordum nerdeyse. One çalmaya başlamıştı, intosundaki top, tüfek, helikopter, mayın sesleri falan gelirken ben de Harun’a bir şeyler anlatıyordum ki birden patlama sesiyle yerimden zıpladım. Ben konuşurken Harun sahneye baktığından o önce görüntüyü gördüğü için korkmadı çakal. Mesela James konuşurken veya parçaya eşlik ederken bizim tribünde ilk tepki verenlerden biri ben oluyordum hep. Nedeninin 1sn’lik gecikme olduğunu sonradan çaktım. Ben de diyorum millet neden arkasını dönüp bana bakıyor. Meğersem ben dev ekrandan dudak okuyormuşum ondan ilk ben tepki veriyormuşum, Cnbc-e sağ olsun İngilizce de dudak okur hale gelmişim eheh…

19. parçadan sonra James “tenkü gunaayt” dedi diye millet hemen çıkmaya başladı nasıl sinirlendim varya! Pis herifler! O aralarda telefona ablam mesaj atmış “İstanbul’da bomba patlamış dikkatli ol” diye, tırstık biraz. Bide otel de istiklal gibi cadde de ki of of… Neyse, elemanlar 1 parça daha çalıp bitirdiler. En sonda her biri konuşurken en çok James’in “evimizde gibi hissettik” ve Lars’ın “en ‘fucking’ yakın zamanda tekrar görüşecez! Oköptmbye…” demesine sevindim ha! Penaları, bagetleri dağıtıp sahneden çekildiler, biz de 10dk sonra kapıya yöneldik. Harun’un bir arkadaşıyla buluşmak için beklerken bakkaldan 1,5 litre su alıp kana kana içtik, rahatladık.

Taksim’e döndük. İlk defa ıslak hamburger yiyebildim. Çok sevdik birer tane daha yedik. Ece’yi oteline kadar bırakıp biz de otelimize geri döndük. Yarın 10’da tren kalkacağından biraz televizyona bakıp uyuduk. Tabi bu sırada “oha lan gerçek miydi bu” şokunda olduğumuzdan ben zor uyudum biraz.

Sabah 7’de kalktık. Direk Haydarpaşa’ya gittik kahvaltımızı orda poğaça yiyerek kuşlarla birlikte yaptık. Büfeden dergi neyim aldık gidip yerlerimize oturduk. Trende önümüzdeki çocukla oynadık, daha doğrusu o bizle oyuncak gibi oynadı. Ben de acımadım çat çat fotoğraflarını çektim. Sonra acıktık adam gibi karın doyuracak bir tek pişmaniye türü şeyler satılıyordu. Saray helvasından aldık, böyle pişmaniyenin dışı çikolata kaplı olanından. Ara sıra uyuduk. Harun çok uyudu ama. Ben de sıkıldım etrafın fotoğraflarını falan çektim, dergi okudum falan. Sonra uyuya kalmışım tabi… Harun uyandırdı, meğersem bilet kontrolüymüş de görevli öğrenci kimliği görmek istiyormuş. Ben de kimliği ilişik kesmek için okula teslim etmiştim, mezun da olamama rağmen kaldıydı öyle okulda. 10,50ytl aldı benden! Yolculukla ilgili her belge gibi onun da makbuzunu saklıyorum. Ulen madem öyle gelirken soraydınız kimliği, vereydim o parayı da dönüşte tam bileti alırdım be! Hayır adı Ankara Ekspresi diye mi nedir böyle ince denetim?

Sağ salim Ankara’ya ayak bastık. Yolculuk başında tüm parayı ortada toplayıp ortak hesap yaptığımızdan kim ne kadar harcadı bilmiyorduk ama tek bildiğimiz şey cebimizde sadece 5ytl kaldığıydı. Nerdeyse eve dönüş paramız çıkmayacak kadar züğürt dönmüştük. Kızılay’a doğru bozuk kaldırımlarda ilerlerken böyle ikimizin de içi bunaldı iyice. O an İstanbul’un ne kadar süper bir şehir olduğunu anladım. Harun’la “lan olum köy gibiymiş burası lan” geyiğine bile girdik. En son o dolmuşa ben otobüse binmek için ayrılırken “pişman mısın” geyiğini de yapıp ayrıldık...

Ancak bu kadar şeyden sonra eve gidince ne yaptım hatırlamıyorum. Uyumuşumdur herhalde…

Evet, fotoğraf makinesi için hayatımda biriktirebildiğim en yüksek miktarlı paramla Metallica’yı en uzak tribünden izledim ve pişman değilim. Yine olsun yine yaparım! Ama bu sefer en az saha içi olacak ha, anlamam ben…

-Bitti- (oh!)

201- İstanbul Metallica Konseri–1

____________________________________________________________________________________
Yazıya 27 Kasım 11:30’da başladım “olüm yarım saatte yazarım hemen nolcek” dedim ama 3 gün içinde toplam 5 saat ayırarak ara ara yazabildim. Yazarken de konser kaydı 2,5 kez döndü durdu. Evet uzun (5 safya) ama o ayrıntıları yazmasaydım geriye hiçbir şey kalmayacaktı. Uzunluğu yüzünden 2 parça yayınlamaya karar verdim. Sembolik olarak da kayıt tarihini 27 Kasım yaptım =)
Ayrıca unuttuğum yerlerde Harun’un büyük yardımı dokundu, teşekkür ediyorum ona.
____________________________________________________________________________________


Lise 2 de dilemeye başladığım zamadan beri ulan gelseler de canlı izlesem, Creeping Death’e “die die” diye bağırarak eşlik edebilsem diye geçirirdim içimden. Sonraları o kadar çok “geliyorlarmış olum bu sefer lan!” lafını duyup da kof çıkan haber duyduğumuzdan artık haberlere inanmamaya başlamıştık. Biri “geliyorlar” dediğinde “he he tabi” diyorduk.

Ancak 27 Temmuz konserlerinin gerçek olduğuna gelen bülten mailiyle inandım. Hemen planları yapmaya başladık, “abi otobüsle gideriz, trenle döneriz” falan diye muhabbetler dönmeye başladı. Tabi sonraları kimisinin gelemeyeceği belli oldu, bilet fiyatları açıklandıktan sonra benim gibi “oha çokmuş lan” diyenler, hayalleri yıkılanlar oldu…

Millet biletlerini almış hatta saha içi biletler bitmeye başlamıştı. O aralar dışarı da fazla çıkmadığımdan para biriktirebilmiştim ama o para fotoğraf makinesi içindi. Sonra kimdi hatırlamıyorum “abi gidelim lan” dedi. Harun’a da soralım falan diye düşündüm, “ben de sana diyecektim zaten lan” dedi. Hemen baktık bilet kalmış mı diye, saha içi biletler bitmiş 90 ytl’lik tribün ile 50ytl’lik kale arkası, sahanın teee öbür ucu biletler kalmıştı. O arada gidenler arasından sadece Harun’la ben kalmıştık. 90’lık bilet alalım dedik ama para yetmedi. Mecbur 50’lik biletlerden aldık. Gitmemizin en büyük nedeni gitmedik diye pişman olmamaktı zaten.

Bizimle birlikte gelecek olan Harun’un arkadaşı Ece vardı bir de. Onunla İstanbul’da buluşup konsere gidicektik. Çok gecikmeden Fatih Ekspresi’nden 21,25 ytl’ye ayın 25’i Cuma günü saat 23.30’a biletimizi aldık. Cumartesi sabahı 07.30’da Haydarpaşa’ya indik, Türk filmlerindeki o klasik merdivende durup İstanbul’a bakma sahnesini yaptık eheh…

Sonra Kadıköy’e gidip simit yedik, limonata içtik. Yiyeceğimizin genellikle simit olacağı gerçeğini o an fark ettik. O yüzden yanımıza da biraz simit aldık ama onların çoğunu kedişlere verdik zaten. Oradan Sirkeciye geçtik, Hayyam pasajına falan girdik gezdik, bir yerde çorba içtik. Yürüyerek Sultanahmet’e gittik orayı gezdik fotoğraf çektik derken Ece’yle buluştuk. Napalım needelim derken Ayasofya’ya gidelim dedim. Bunlar bilmiyor tabi müzelerin öğrenciye beleş olduğunu. Bende de müze kart var onunla beleş giriyorum. Neyse girdik geziyoruz, bir süre böyle “aa ne güzelmiş” modundaydık. Benim yıllar sonra 1 ay içinde İstanbul’a ikinci gelişim olduğundan gezilecek yerleri hatırlıyorum. O aralar restore çalışması yüzünden caminin yarısına iskele kuruluydu, pek fotoğraf çekemedim. Üst kata çıktık, caminin o kendine has kokusu yüzünden bizim kafalar bulanmaya başladı. O zamanlar Melih Gökçek’in Odtü’ye kafa tuttuğu zamanlardı. Cem Dinlenmiş’in “rektooor!” esprisinden konu açıldı, açılmaz olaydı. Benim çantadan dergiyi çıkarıp bir yandan gezip bir yandan da onu okuyup yarılıyor bu ikisi, ben de deli gibi fotoğraf çekiyorum her zamanki gibi. Artık etrafa bakmaz olduk, ben bunları zorla dışarı çıkardım.

Sonunda oradan çıktık. Naapak needek derken “haydin Yerebatan Sarnıcı’na gidek” dediler, eyi dedim ne diyem. Önceki gelişimde de gidemediydim zati, içimde kaldıydı. Biraz aradıktan sonra bulabildik nihayet ama sırada beklerken müze kart’ın ve öğrenci olmanın işe yaramadığını para ödemek zorunda olduğumuzu öğrendik. Ece neyse de Harun’la ben “aha girecek bize” diye tırstık. Çünkü Hala nerde kalacağımızı bilmediğimizden sürekli bir tedirginlik var üstümüzde. Biletleri alırken paramız az olduğundan “olüm parkta neyim geceleriz nolcek eki eki” diyorduk ama İstanbul’a gelince Harun caydı, o cayınca ben de caymak zorunda kaldım. Neyse 3ytl gibi küçük bir ücret ödedik de rahatladık. İçeri girdik, gezdik, hayvani büyüklükteki balıkları 50ykr ile vurmaya çalışıp vuramadım, sonra çıktık.

Acıktık biraz, bir şeyler yiyelim diye Sirkeci’deki çorba içtiğimiz lokantaya gidip lahmacun yedik. Napalım needelim derken “hadin Gülhane parkına gidelim” dedim, kem küm ettiler lan orası uzak dediler, “lan yok olm 10dk’lık yol” diye ikna ettim sonunda. Gittik oturduk banklara ama Harun’la benim nasıl uykumuz geldi var ya. Nerdeyse uyuyup kalacaktık orda.

Sonra Ece’nin bizden ayrılması gerekti, yolcu ettik. Biz de başımızı sokacak yer arama derdine düştük. Biraz gezerek otel aradık, bize uygun bir yer bulamadık sonra esnafa “ucuza adam gibi otel nerde buluruz” diye sorduk “İstiklal’in ara sokaklara bakın” dediler. Oralarda aramaya başladık bu sefer. Otellerin tiplerine bakarak geziyorduk, Hotel Efes diye bir tanesi güzele benziyordu girelim bakalım dedik. Girdik adamla konuştuk önce “80 ama size 60 olur” dedi, ben “direk ouu çokmuş kalsın” dedim. Harun “2 kişilik fiyat mı bu?” diye sormasaydı çıkıyorduk. Meğersem adam 2 kişi için söylemiş ben tek kişi sandıydım. Neyse “abi böyle böyle 2 gün kalıcaz öğrenciyiz pek fazla paramız da yok, 50 yapı ver gözünü sevek” dedik kabul etti.

Çok sevindik, hemen çıktık üstümüzü değiştirdik, biraz uzandık, kafamız da süper rahatlamıştı. Hem beklediğimizden de temiz çıkmıştı oda. Sadece makinelerimizi alıp güneşin batma saatine doğru dışarı çıkıp gezelim dedik. Gezerken Kara Güneş’e denk geldik, demo cdlerini aldım. O arada dönüş biletini geç olmadan alalım da bilet falan kalmazsa göte gelmeyelim diye yakınlarda tren bileti satan yer aradık. Sorduklarımız “aha şuradan gidecen oralarda vardı bi yer” diye yönlendirdi bizi. Bulamadık dedikleri yeri, bari yürüyerek sirkeciye gidelim dedik. Taksimden sirkeciye yürüdük, Ankara Ekspresine bileti aldık, tekrar yürüyerek güneş batarken otele geri döndük.

Dönünce biraz daha uzandık, akşam bir yerlere oturalım diye indik aşağı, nargile içebileceğimiz güzel bir yer aradık. Sonra dönüp dolaşıp hotel’in dibinde Fermantasyon diye bir yere girdik, dışarıdaki masalarından birine oturduk. Her zamanki gibi kapiçinolu nargile istedik. Beklerken Harun’un portresini çekmeye çalışıyorum onun makinesiyle, yan masada ki adamlar da bize bakıyor onu da fark ettim, biraz sakin olayım çok dikkat çekiyorum diye makineyi masaya koydum. Nargilemiz geldi, bir süre sonra yandaki adam “makinenize bakabilir miyim, bu modeli (A-1) çok kullandım şimdi görünce akrabamı görmüş gibi oldum” dedi. Meğersem adam Bosna‘ya ilk giden savaş foto muhabiriymiş. Sohbet baya güzelleşti, nargilemiz de çok güzeldi. Öyle ki ben hayatımda öyle nargile içmedim! 5-6 kez köz isteyip değiştirdik ama tadı hiç bozulmadı, yanmadı. Hala tadı damağımda ha! Neyse 12’ye kadar sohbet devam etti sonra onlar kalktı biz de 5dk sonra o güzelim nargileyi zorla bırakıp kalktık. İstiklal’de biraz daha gezip 1’e doğru yattık. Yarın ayın 27’si ve konser günüydü!

(Not-1: 2 saattir yazıyorum ve ara vermek zorunda kaldım.)

200

Eveeek, 200. yazıya gelmişim. Tabi bu teknik zart zurt yazısı oluyor. Öncelikle belirteyim ki 6 aydan beri yazıyorum ve 5 aydan beridir de Metallica konserinin yazısını yazayım diye düşünüp duruyorum. Heh işte bu yazıdan sonra onu yazıcam, çok heyecanlıyım bakalım ne kadar hatırlıyormuşum.

Sol tarafa bir sütun daha koymayı düşünüyorum. Zira bir şeyler eklemek için tek sütunum var ve bu yüzden sayfa aşağı doğru çok fazla uzuyor, sevmiyorum.

Artık tanıdıklardan kimin takip edip etmediğiyle ilgilenemiyorum, çok gerek de yok zaten.

Fotoğrafçı incelemesi yaptığım gibi artık sevdiğim blogların da incelemesini yapıcam. Hem değişiklik olur biraz.

Boomp3 kapandığı için artık müzik koyamıyorum. Yeni servis aramaya da üşendiğimden daha bakamadım ciddi ciddi. Millet musicons kullanıyor ama pek sevmedim onu ben. Gerçi artık autoplay yapamıyorlar niahahah =P

Google analystic şeysine göre “ziyaret sayısı” %23.67 , “sitede geçirilen ortalama süre” de %-0.50 gibi gudik bişeybir değerde.

Ay böyleyken böyle işte bacım… Biraz daha kısır?

199

Yün kazağı çıkarırken saça sürtününce elektriklenir, çat çut kulağınızı, kaşınızı çarpar ya hani. Hatta karanlıktaysanız o kıvılcımları görürsünüz…

İşte o elektriklenmeyle çıkan kokuyu çok özledim!

198

Cyzarine var-mış. Aferin bana ki bu insanın blogunu daha önce görmeme rağmen sadece göz atmışım, okumamışım. Merve dahil takip ettiğim 3 kişi daha takip ediyormuş bu blogu ve ben yine de yeni fark edebilmişim. Halbuse okusaymışım da benim gibi kısa kısa anlık düşüncelerini yazabilen, genelde başlık sıkıntısı çeken birisi daha olduğunu görürmüşüm.

Bugün okuyacam diye gün boyunca sayfayı açık bırakıp biraz sora başlarım okuma diye erteleyip de 2’den beri 2.5 saattir hepsini okumalıyım diye kasıp zaten bozuk uyku düzenimi daha da altüst etmiş oldum. Okurken de yazılar o kadar hoşuma gitti ki çoğuna yorum yazamayacak kadar bayıldım!

(oha çok uykum var lan)

197

Rüyamda çok ilginç bir olaylar örgüsü sonucunda bir bayanın fotoğraf makinesini gördüm. “AE-1’mi o?” dedim, hayır “Nikon lensli Lomo” dedi. (Ayrıca şu anda ne salak bir cümle olduğunu fark ettim) Ben istemeden bakmam için verdi ve sınıfına girdi. Ben de aşağıdaki Arkhe Cafe’ye gittim yerime oturdum, makineyi inceledim. Makine ilginçti lan. Çok değişik bir fikir verdi negatiflerin konumuyla ilgili. Malzeme ve imkan bulup da başarabilirsem hayata geçiricem bu düşünceyi.

Sonra “lan ben bu makineyi nasıl geri vericem? Ya bulamazsa beni burada…” falan diye telaş sardı beni. Mal gibi gidip sınıfının önünde beklemek gelmedi aklıma. Bu stresle uykum da kaçtı zaten. Sonrasında uyandım mı hatırlamıyorum ama…

196

5 yaşında okula başlayıp 16.5 yaşında üniversiteye başlamış birini tanıyorum.
Oha ne korkunç bir şey lan!

195

Hani fare’nin lazeri var ya hani. Hani orda küçük bir boşluk var ya hani. He işte o küçücük alana kör sinek koysak ne olur çok merak ediyorum.

Fare kıpraşır mı acaba?

194

Yağmurdan sonra ve rüzgar eserkenki havaya bayılıyorum! Hava tüm kirlerinden, sisinden, isinden, pisinden arınıyor besberrak bir şey oluyor, bakmaya, içime çekmeye doyamıyorum. Bulutlar yalnız kalıyorlar, geceleyin şehrin tüm ışığını emip daha da güzelleşiyorlar. Gökyüzü daha net oluyor, yıldızlar belirginleşiyor…

Hele bu havalarda fotoğraf çekmek daha da güzel olur ha. Kısmet olmadı ama daha. Çok istiyorum lan. Aslında demin Harun’la Kutay dışarı çıkıyorlardı, ben de çıkabilirdim ama müsait değildim ki be…

193

Lubiş’e film almıştım, son fotoğrafta da uzun pozlamayla yıldız fotoğrafı çekeyim dedim. Aklıma geldiği gün de hava bulutsuzdu iyiki. Gecenin 1’inde koydum kutuya makineyi, hem etrafı açık hem de sağdan soldan ışık almayan bir yere koydum girdim içeri.

45 dk sonra almaya giderken tam duvardan atlıycam sırada hani filmlerde ormanda yürüyen eleman birden ot hışırtısı duyar da taş kesilir ya işte aynen öyle oldu bana da. Ayağımın teki duvarın üstünde kaldı, ileri baktım bir kaç köpek gördüm, arkasından gelmeye de devam ettiler. 20’den fazla köpeği ilk defa bir arada canlı olarak ve sürü halinde gördüm lan. O sırada dengemi koruyayım diye azcık hareket edeyim dedim ki beni fark etti bir tanesi, duru bakmaya başladı. Sonra yanına başka birisi gelip “abi hayırdır neye bakıyon?” dercesine yanında durdu sonra o da bana bakmaya başladı. Bu arada köpekler hala tek sıra halinde 6-7 metre önümde ilerliyorlar. İyi ki ben onlardan yukarı seviyedeyim, bana ulaşmaları için baya yol gelmeleri gerek diye rahatım baya.

Hala bir ayağım duvarın üstünde, ağırlığım tek ayağıma yüklenmiş vaziyetteyim. Tabi yoruldum azcık dengemi kaybeder gibi oldum ayağımı hareket ettirirken ses çıkarttım biraz. Birden “hırf brrff” diye sesler duydum, heyecanlandım, kalbim biraz hızlandı. Hayvan herifler hemen hissedip havlamaya başladılar. Aha dedim sıçtık! Sonra baktım sürü hızlanmaya başladı, resmen kaçıyorlar. Ondan rahatladım biraz. Gerçi önüme gelip elinde taşla “in ulan aşağı, daşı gafana yersin yoksa!” diyecek değillerdi de işte milleti balkona çıkartmaları sonra da “sen napıyosun gecenin bu saatinde arabaların yanında? Ne ayaksın lan sen?!” muhabbetine gircem diye tırsıyordum. Ancak bu seferde nereye gittiklerini göremediğimden “ulan yoksa arkadan mı dolanacaklar?” diye tırsmaya başladım. 1 dk daha hareketsiz bekledim, uzaktan havlama sesi duyunca rahatladım.

Neyse işte gidip makinemi aldım ama ay yükselmiş, kenardan ışığı vurmaya başlamıştı. İnşallah lens yandan patlama neyim yapmamıştır. Onu bırak bu kadar ekşına yıldızlar bari istediğim gözükse lan!

192

Mp3 player’ımıın play tuşu takılıyordu, aldım önüme taktık kulaklıkları açtım içini düzelttim, temizledim. Aynı anda müzik dinlediğim için de çok süpersonik bir şey yapıyormuşum gibi havaya girdim, eheh…

191

“Sessizlik”i seviyorum! Mor ve ötesi’nin Şehir albümündeki Sessizlik’i.

Dün gece yatarken taktım kulaklıklarımı birkaç parça sonra bu denk geldi. En kısık seste dinlediğimden bir anda fark ettim ki sözlerine eşlik ediyorum. Normalde hiç yapmadığım şeydir.

Sevmişim demek ki keratayı…

(Parçayı da ekliycem buraya)

190

Nescafe makinelerinin yaptığı sıcak çikolata 3 ytl olsun yine alırım! Hiç de oturmaz içime o 3ylt…

189

İnternette takma adında, kendi adında adam gibi Türkçe karakter kullanmayıp Türkçe karakterleri çağrıştıran diğer yazı karakterlerini kullananlardan acayip şekilde tiksiniyorum lan. Öyle yazınca tavan yapıyo sanki demi?

Koduklarım!

188

“Rowenta Silence Force” elektrik süpürgesi reklamındaki kediye hastayım ulan! O yanaklarını ısırmak, cımırmak, öpmek istiyorum!

Kedi istiyorum lan ben!

187

İki gün önce arkadaşınla konuşurken ne zamandır rüya görmediğini fark edip iki gün sonra eskiden o görmeyi çok istediğin rüyayı görmek; aylardır elinde bulundurduğun galibiyeti kaybedip en aşağılara düşmüş gibi bir his vermesi…

Ne pis bir şeymiş be…

186

Doğum günüm için toplaştık arkadaşlarla. 10 kişi düşünüyordum, 8’e indi, 6’sı geldi. Kutay’ın işi çıkmış, Ceren’den haber gelmedi, neden gelmedi hala da sormadım ha.

Arkhe’ye haber vermiştik gelcez biz ona göre masa neyim hazırlayın diye. Gittik cuk oturduk masamıza. Herkes geldikten sonra pastayı getirmelerini söylemek için gittim muma falan gerek yok direk tabakla getirin dedim. Lan zaten pasta bile istemiyordum, bide mum falan… “Olur mu lan!” diye önümdeki tek dilim pastaya tüm mumları falan diktiler üflettiler. Pasta da güzeldi hea. Harun’a da teşekkür ediyorum pasta işini hallettiği için.

Masada 5 tane makine vardı; üçü benim, biri Merve’nin, biri de Kutay’ın 400D’si. Elemanın kendisi gelemedi makineyi göndermiş eheh. Çok makbule geçti ama hea. Paso onla oynadım zaten. Bizimkiler sohbette ben anca onları çekiyorum falan… Tüm pilleri bitirdim de rahatladım biraz. Millet de rahatladı zira lan yeter alın şunun elinden şu makineleri demeye başlamışlardı.
Demek ki neymiş? Benim elime fotoğraf makinesi veya çakmak falan verilmemesi gerekiyormuş…

Merve çoh datlı bir çerçeve almış bağa. İçinde de benim “gözlerimin arkası” fotoğrafım, Harun’la trendeki çocuğun fotoğrafı ve o 400D ile olan Merve’nin tonladığı fotoğrafım var. Son fotoğraf dik kadraj ama çerçeve yatay kadraj, sonradan fark etmiş akıllı eheh… Onu düzelticem en kısa zamanda. Ama aldığım en tatlı hediyelerden biri lan, valla. Kendi fotoğraflarım bana hediye edildi lan daha nolsun =)
Bu arada “gözlerimin arkası fotoğrafını gören “oha kartpostal mı bu" falan demiş ki buna da ayrıca sevindim. O fotoğraf benim için çok değerli zaten… ehemm, neyse…
Başka hediye alan olmamış ama canları saolsun lan. Bir ara yüzsüzlük edip hediye sipariş etmeyi düşündüm de etmedim. Ha isteseydim Çağrı falan kırmaz alırdı zira bunu yapmış adam o eheh...
Harun da tutturmuş Lubitel2 alacam diye. Lan zaten var aynısından niye alıyon diyom dinlemiyor herif.

Çok eğlendik ama lan. Sürekli suratımda salak bir sırıtış vardı zaten eheh…
Ayrıca doğum günümü erken kutlamış olabilirim ama yazısını doğum günümde yazıyorum yaa yaa…

Nice 20’nin katlarına!

185

Halam amelyatı için Ankara’ya geldi, onunla birlikte tüm akrabalar da geldi tabi. Bizde kalan akrabanın bir çocuğu var. Akıllı uslu sayılır ama bir süre sonra artık psikolojimi bozdu çocuk ya! Sabah kapımı çalıp kitli olmasına rağmen kapı koluna asılarak gürültü yapıp kaçıyor, gün boyu oyun oynuyor, ben sıkılınca biraz da ben oynuyum diyorum bu sefer de kulağımın dibinde bikbik kafamı vikvikledi lan! Hangi odaya gitsem peşimde, yemekte bana bakıp duruyor falan.

Yemin ederim psikolojim bozuldu! Uzun zamandır bu şekilde ilkokul çocuğu baskısında kalmamıştım be! Hayır yazı falan yazacam, başka planladığım işlerim vardı onları yapacam tepemden ayrılmıyor ki rahat rahat yapayım. Kardeşim falan olsa “la yörü git bi rahat bırak” falan derdim de misafir çocuğuna hele ki akrabaysa denmiyor lan öyle…

184

Otobüs durağa yaklaşırken inmek için yağa kalkanlar arasından düğmeye ilk basan kişi olmanın verdiği dayanılmaz zevki seviyorum! Bağımlısıyım hatta!!!11!

Hatta yanında otobüsten inen ilk kişi olma şerefine de erişirsem komaya girdiğim dahi oluyor eheheh…

183

Doğum günüm yaklaşıyor, hatta haftaya. Ancak millet hafta içi gelemez diye Pazar topluyorum milleti. Anaokulunu veya diğer okulda sınıfça kutladığım yapmacık doğum günlerinin saymazsak en kalabalık doğum günüm olacak.

10 kişi çağırdım. Kimisiyle sadece arkadaşlar aracılığıyla görüşsem veya yıllardır hiç görüşmemiş olsam bile sevdiğim insanlar ki günün en özel olan yanı bu olacak benim için.

Ben istemiyordum pasta falan filan. İstiyordum ki sıradan bir gün gibi oturak, geyik yapak. Israr etti kimisi, iyi alın pastayı diye ikna olmak zorunda kaldım zira gelenlerin yarısı diğer yarısını tanımıyor, bir yarı içindekilerden de kimseyi tanımayanlar mevcut . Bu durumda ortam başlarda pasta gibi ortak bir konu olsun da hem karnımız doyar hem kaynaşır belki millet, ben de sohbet açacam milleti tanıştıracam diye strese girmem diye düşünüp kabul ettim. Ancak şimdide bunlara 10 kişi gelecek dediğimde “oha evde yapıp getirelim bari pastayı” dediler ehehe… Lan bu seferde bunun stresi başladı. Pasta yetmeyecek diye 2 pastaya paraları gidecek ki hediye istemedim kimseden ona rağmen alırlar hediye falan da, bide öyle paraları gidecek. Pastaya ben de ortak olayım bari lan, yazık millete. Bu yüzden sevmiyorum işte böyle organizasyon işlerini. Ha bide mekanla konuşmak gerekecek o pasta işini falan, piiii…

182

Geziyordum. Cebeci’deki Aof bürosundan dönerken Ankara’daki ilk evimizin sokağından geçtim. 8-9 yaşlarında bir kız köpeğini gezdiriyordu, köpek de küçüktü zaten. Lan o kadar tatlı bir çifttiler ki fotoğraflarını çekeyim dedim. Ancak bacaklarım durmadı yine. Onlar yürümeye devam etti ben arkaya bakmaya. Ne olacak sanki durup da fotoğrafını çekiyim mi falan desen?

Hiç sevmiyorum bu huyumu. Çünkü çok fazla süper kare kaçırdım bu yüzden!

181

Yolda hurdacı görüyorum. Arabalarının altında buzdolabı ızgarası, tekerleklerinde amortisör niyetine yayları var.

İçinde üç beş parça hurdamsılar var, üzülüyorum lan. Ne zaman arabasında hayvan gibi bir demir yığını olan hurdacı görsem seviniyorum. Onu bulduğu anda sevindiği gibi seviniyorum adeta.

180

Yemek yemeyi unutuyorum lan! 3-5 gibi yatıyorum, 12-13 gibi kalkıyorum, nette neler olmuş bakayım diye yüzümü yıkamaya giderken bilgisayarın tuşuna basıyorum, gelince oturuyorum başına, saatler geçiyor unutuyorum yemeği neyi… Zaten acıkmıyorum ben. Açlık hissetmiyorum uzun zamandır. Yemin ediyorum özledim o duyguyu. Artık hastalık mı acaba lan bu diye düşünüyorum hatta.

2-3 gün önce Harun 5 gibi aradı “abi fotoları almaya gidiyorum sen de gelsene” dedi, tamam dedim tam sandalyeden kalktım ki midem cız etti, kahvaltı yapmadığımı hatırladım. Tabi gün boyu sabit oturunca acıkmamam normal olabilir ama insan acıkır yahu. Ne biliyim canı bir şeyler ister falan… Özledim olum valla özledim!

(Gideyim de kahvaltı yapayım)

179

Şuan blogda sadece yazı var. Başlık yok, yazılara uygun fotoğraflar yok, başka başka şeyler yok… Sevmiyorum bunları pek. Mesela başka blogda fotoğraflar mı var, hele bide yazılar da uzunsa ve pek takip etmediğim bir yazarsa aşağı doğru sadece fotoğraflara bakarak gidiyorum, sonra çıkıyorum. Başlık olayı da feci kısıtlıyor beni. 2 cümlelik yazıya ne başlığı koyam ki? Ha gerçi artık eskilere göre uzun yazıyorum ama başlık bulmak için kasamıyorum.

Blog camiasında en nefret ettiğim şeylerden birisi de bu “blog camiası” lafı. Evet süpersonik şekilde kılım ben bu olaya. Böyle sanki tüm blog yazarları birbirini tanırmış edasında falan.
Yazılar biraz birikince blogu biraz yayayım diye blograzzi’ye kaydettim. Ulan 2 gün içinde blog olayından soğutuyorlardı beni nerdeyse. Hep bir çıkarcılık hep bir üste çıkma ego tatmin etme havasındaymış millet. Banner’ının da rengi temaya uymadı göze battı sildim hepten hesabı falanı filanı.

Ben iyiyim kendi halimde, başlıklarım yok, fotoğraflarım yok, havasında olduğumda yazılarım kısa, ego tatmini için alet etmiyorum, seviyorum lan!

Not: Kimseye şahsi olarak laf çarpma amaçlı yazmadım ha...

178

Ekşi Duyuru’yu seviyorum lan! Öyle ki sözlükten fazla vakit geçiriyorum orda.
Ayrıca Malın Gözü’nü de oradan bulduydum. Rectoa isim arıyordu o zamanlar blog için falan, hey gidi =)

Sonra want2die var. Adam verdiği cevaplarla yarıyor be! Bide süper dalga geçiyor milletle. En son sitede “sevgilimle aramız şöyle böyle, ne yapmalıyım” ya da daha farklı çeşitlerde ilişkiler ile ilgili soru geliyordu. Adam dayanamayıp dalga geçmek için öyle özene bezene bir hikaye oluşturmuş ki okurken azım açık kaldı, yazanın o olduğunu görünce de gülmekten yarıldım. Sileceklerini tahmin edebilseydim kopyasını falan alırdım…

Severek takip ediyoruz…

177







“Betrayed” kelimesi telaffuzuyla falan çok karizma geliyor bana. “Betray” o kadar gelmiyor mesela, eheh..
İced Earth – A Question Of Heaven‘da Matthew Barlow’un o süpersonik karizmatik sesiyle “i’ve betrayed you” demesi çok hoşuma gidiyor lan.

176

“İzleyiciler” diye yeni gecıt çıkarmış blogger, geçen gün gördüm.
Bakayım nolucak diye “bu blogu izle” linkine tıkladım, kendi blogumun izleyicisi oldum.
Sileyim dedim, sil yoktu engelle vardı, kendimi engellemeyi yediremedim kalsın böyle dedim.
İzlediğim bloglar’dan siliniyormuş, sildim.
Silmek koymaz ama engellemek koyar be…

175

Yürüyor muydum, yatıyor muydum, ayakta mı duruyordum hatırlamıyorum tam, kalbim dikkatimi çekti birden. Sanki benden tamamen ayrı bir varlık gibi tişörtümün altında ritim atlamaksızın çarpıyor, çarpıntısı vücudumu hiçbir şekilde sarsmıyor… Elimi kalbimin üstüne koysam bile bu kadar farkına varamaz, bu kadar bütünleşemezdim kalbimle.

Çok garip hissettim lan kendimi. Kendi kafasına göre çarpıyor, o attığı için ben yaşayabiliyorum.

Durduğu anda da babayı yedim demektir…

174

Köpekler yürürkene, koşarkene tırnaklarının yere çarpma sesi geliyor ya. Bayılıyorum lan o sese!
Çıpıtıçıpıtı…

173

Eskişehir yolunda arabayla gidiyoruz, bir kamyon gördüm. Bildiğin kamyon. Kasasının yukarı tarafında “Benim hayatım senin hayalin olamaz” yazıyordu. O sırada annemler de gördü yazıyı.
Sonra arazımızdaki araba gidince alttaki yazıyı gördük “Ne o zoruna mı gitti koçum?”

Ailecek dumur olmuşkene kamyonu geçmeye başladık. Geçerken ister istemez baktım ki adam kazıtmış kafayı, kolda dövmeler, yüzde piercingler falan, tam dumur olduk, saygı duydum bir an.
Ancak atlet vardı üstünde be ya. Hiç değilse siyah olsaydı o atlet saygım anlık olmazdı ha…

172

Blogger engellendi! Adamın biri çıkıp bir blog sayfasındaki bir şey hakkında dava açar, mahkeme de uğraşıp siteye o sayfayı kapatması uyarısında bulunmadan –belki yapıyorlardır- tüm siteyi ve bağlı olduğu blog sayfalarını da beraberinde engeller.
Aynı zamanda düşünme, ifade ve bilgiye ulaşma özgürlüğümüzü de engellemiş olur.
Seveyim ben böyle işi!


Edit: O anki sinirle saçmalamışım. Ablamla konuştum da genelde “Atatürk’ün kişiliğine hakaret” türü suçlardan uygulanıyormuş bu. Savcılık telekomünikasyon kurumuna dosyayı mı gönderiyormuş, ona yetki mi veriyormuş ne hatırlamıyorum şimdi. İşte Telekomünikasyon kurumu siteyle iletişime geçip durumu haber verip ilgili yazıyı kaldırması halinde engelin de kalkacağını söylüyormuş. Yani blogger konuyla ilgilenirse yakın zamanda kalkar engel gibime geldi.
“E sadece o blog sayfasını kapasalar ya” dedim, yasanın biçimi falan biraz garip ondan böyle uygulanıyor. Maalesef deneye deneye öğreniliyor çoğu şey dedi…

Hayırlısı artık ne diyem, Mahmut mu diyem?

171

Artık yürürken saçlarım yaylanıyor acayip güzel bir duygu lan, ehe…
Rüzgar esince de ahenkle amuda kalkıyorlar…

170

Otobüs fren yaparken arkaya doğru yürümek…
İş bu insanın kendini en çaresiz hissettiği ancak savaşmaktan vazgeçmediği andır.

Vazgeçmek yemez zaten o kadar insan sana “başarabilecek mi” edasında bakarken.

169

Canım anlamadığım şekilde kavrulmuş kahve istedi. İçeyim hemen yatayım ki uykumu kaçırmasın diye niyetlendim.
Ecük türk kahvesi, neskafe, kafimeyt, şekeri alıp bir işe yaramayacağını bilerek 1dk falan mikrodalgaya koydum. Sonra alıp cezveye koydum susuz, kavurcam güyaa.. Televizyona dalmışım, bir baktım hayvan gibi duman çıkmaya başlamış! Aha dedim keke şekeri koymayaydım dedim. Meğersem kafimeyt yanmış, su koydum hemen. Kavurma işi yattı tabi. Türk kahvesi yapar gibi neskafe yaptım.

Üstüne bide er’ın sezon finali varmış meğersem, ona takıldım. Yatayım dedim, yok abi gözlerimi kapayamadım ki. Biraz döndüm ettim falan, son çare “karanlıkta monitöre bakarak gözleri yorup uyku getirmece”ye başvurdum. Word’ün ekranı da bembeyaz ki süper etkili ehehe… Birazdan oyuna da başlıycam, içine edecem gözlerimin. Yiyosa uyumuyum…

168

Film izlemek istiyorum. Ama yalnız değil, yanımda birisi olsun, sevdiğim birisi.
Eski filmleri izleyelim. Duygusal sahnelerde ağlayalım. Evet gözlerim doluyor, yanımda birisi olsa koyverir ağlarım da. Çok duygusal oldum artık.
Tek başıma film izlemeyi sevmiyorum. Yanımda birisi olsun, sadece arkadaşım olsun! Yarılalım da ağlayalım da!

167

Üşendim özel playlist yapmaya, “tüm arşivi playliste atayım şafılda ne gelirse dinleyeyim” dedim. Lan çalan 5 parçadan 3’ü jazz be! Ne jazz arşivi varmış bende. Levent abiden aldıydım zamanında. Hiç de özel olarak açıp dinlemem ha, böyle denk gelince dinliyorum sadece =)

166

Dexter izliyorum, gerim gerim geriliyorum, sonra pat diye bitiyor. Feci sinir oluyorum lan! Böyle o kadar gerilmem, havaya girmem boşunaymış gibi geliyor.
Param olsa tüm sezonları alırım, her gün 3 bölüm birden izlerim, gerilmelere doyarım. Tehey yavrum…

165

Harun’la cebeci antika pazarına gittik, iyi ki gitmişiz, keşke önceden de gitseymişiz! Lan yok böyle güzel bir yer! Makine alcaz diye gittik, Harun “25’e falan hurda bir şey bulursam alacam abi” diyordu da ben bulacağını pek sanmıyordum. Ben de 20 ayırmıştım, güzel bir şey görürsem alırım diye.
Önce bildiğin antikalar var, körüklü bir kaç makine gördük falan, “ee bu kadar mı lan burası” dedik meğersem içerilere ilerliyormuş. Girdik ki zenit kaynıyor her yer lan! 10’a Zenit-e bulduk, flashı da vardı ama aldıktan sora fark ettik aynası bozukmuş, geri verdik. Gezerken benim tüm küçüklük fotoğraflarımın çekildiği benim için efsane olan ancak bozuk bozuk yattığı için parçaladığım Kodak 2300md’den gördüm, adam 5 dedi. Para lazım olur falan diye sora alırım dedim.

Gezdik biraz daha ama gezerken sadece makine aradığımız için algıda seçicilik hat safhada, o yüzden pazarın asıl güzelliklerinden zevk alamıyoruz. Neyse bulduk bir tane Zenit-et 25 dedi, gezdik geri döndük 20’ye bıraktı Harun’un para yetmedi 5’ini ben verdim. Sonracığma 2 tane ateri kasedini 1’e, Harun A-1’e grip yapmak için pil yatağı arıyordu, org’da bulduk uygun pil yatağını, 50ykr’ye aldık koca orgu. En son bir tur daha atak dedik makine parçaları dolu süper bir tezgah bulduk oradan da 1’e sarı bir filtre buldum yeni Zenit’e.

Ama asıl günün bombası 3 ytl’ye Lomo Lubitel 2 almamdı. Adama sordum öylesine ne kadar diye, 3 dedi. Mal oldum, 2 kez “kaç? 3 mü? 3?” diye sordum, kaçırmadım tabi.

Zenit-et - 20 ytl
Lomo Lubitel 2 - 3 ytl
Kodak - 4 ytl
Sarı filtre - 1 ytl
2 ateri kasedi - 1 ytl
Pil yatağı - 50 ykr

Dönüşte Harun’un eski, dandirik ve feci sinir olduğumuz 28-80mm lensini parçalamanın zevki - Paha biçilemez =)

164

Araba kapılarından feci şekilde tırsarım. Duran arabanın içinde birisinin olduğunu gördüysem o arabanın yanından geçerken adeta kedi gibi dikkat kesilirim. İçerdekiler birden kapıyı açarlarsa kapıya geçirmiyim diye tetikte olurum.
Geçen bir taksinin arkasından doğru geliyorum, şoförü de dikizden gördüm, uyuyor gibi hali vardı. Başka yere bakıyordum ki lan birden açtı hayvan herif kapıyı! İnsan hiç değilse araba geliyormu diye arkaya bakar, bakınca benim geldiğimi görür be!
İyi ki hemen sola kırdım da bacağımla geçirdim kapıya, yoksa daha fena oluyordu ki dalardım ben o herife orda! Belki dalmazdım ama yerden kalkabilirsem üstüne yürürdüm ehehe…

163

Küçükken süper sportif bir insandım. Ancak süper hiperaktif olduğumdan ailem gönderiyor da olabilir.

3. sınıftayken başladım spora.
Taekvando’yla başladım, kırmızı üzeri siyah kuşağa kadar geldim ama sihay kuşak için Ankara’ya müsabakaya gelmek gerekiyordu, korktum, “yemişim siyahı” diyip bıraktım. Zaten en çok vaktimi alan spor buydu.

Sonra nasıl oldu hatırlamıyorum, bir şekilde jimnastiğe yazıldım. Onda da hoca değişti bir kaç ay sonra, bıraktım.
Bu ikisini uçtu spor kulübünde yaptım, Tokat’a son gittiğimde baktım hala açıktı kulüp ama gidip hal hatır falan sormam, yapamam öyle ben eheh..

Bunları yaparken aynı zamanda da izciliğe devam ediyordum tabi.

Efendime söylüyüm jimnastiği de harcadıktan sonra güreşe ve yüzmeye de yazıldım ancak onları Ankara’ya taşınmamız dolayısıyla bıraktım.

Ankara’ya geldikten bir süre sonra okçuluğa yazıldım, eve de yakındı hem çoh sevdiydim ha. Bu sefer de Dikmen’e taşınmamızdan dolayı git gel zor olur diye bırakmak zorunda kaldım. Zaten en sevdiğim okçuluk olmuştu, bırakınca içimde ukte kaldı be…

Daha sonra da sporla falan hiç alakam kalmadı. Kilo alan biri olsaydım şimdiye göt göbek olup çıkmıştım. Mesela bir yıl falan olmuştur bizim buradaki spor salonu açılalı, o zamandan beri kaydoluyum diyorum ama olamadım hala.

Bıraksalar okçulukta ilerlerdim lan ben!

162

1 haftadır, belki daha fazla bir zamandır (unuttum en sonuncuyu, valla) süper feci bir şekilde üşendiğimden banyo falan yapmamıştım. Sabah kalktığımda saçımı düzelttikten sonra elimi yağ sökücüyle yıkamam gerekiyordu, hatta saçımı sıksam çıkan yağla patates kızartırdım bea! eheh… Zaten öyle bir saldım ki bu aralar, banyo olayını geçtim son 2-3 gündür pijamamı çıkarmadım üstümden.

Neyse işte bugün artık dayanamayıp banyoya girdim, 1,5 saat çıkmadım. Ama varya kilo verdim resmen ehehe… Girmeden önce de saçımı taradıydım, tarağa gelen saçların 2 katı da banyoda döküldü, korktum lan saç uzatma sevdasına kel mi olucam diye…

Yok arhadaş bu kadar da üşengeçlik olmaz be, evden dışarı çıksam kesin bitlenirdim hea…

161

Çok süpersonik şekillerde sinek öldürürüm. Büyüdükçe vahşiliğim azalıyor ama küçükken çok acımasız, caniydim.

Mesela herkes gibi sineklikle çap diye hayvanın üstüne vurmaktansa adeta katilin kurbanını bağlaması ve işkence hazırlıklarına başlarken yavaş yavaş aletleri kurbana göstermesi gibi önce odanın kapısını kapatıp boncuklu silahıma yavaşça mermileri doldururdum, sonra sineğin perdeye konmasını bekleyip güzelce nişan aldıktan sonra “çöpat!” efektiyle sinekcik artık perdede adeta bir nickelodeon logosu halini alır. (vay babaayn anaayn cümleye bak!)

Bir keresinde de odaya kuş kadar karasinek girmişti. Aynı şeyleri uygulayarak kıstırdım köşeye ancak bu sefer badminton raketi kullanayım dedim. Sineğin biraz uçmasını izleyip “swizzle” efektiyle tek hamlede vurdum hayvana. Düştüğü yere gittim, bir baktım ki sadece boynu tele gelmiş kafa uçmuş gitmiş bu eleman da yerde dolanıyor mal, kafasız gibi. Böyle dürtünce falan tepki gösterip zıplıyor sadece. Ortaokuldaydım o zamanlar, hani biyolojide bir konu vardı ya böyle papağanın falan beyinciğini çimdikleyince şöyle oluyordu, böyle oluyordu falan diye, o geldi aklıma sonra acıdım hayvana; öldürmeye de kıyamayıp balkondan aşağı attım…

Artık en fazla peçete atıyorum, tokat atıyorum gözdağı veriyorum, kanatlarına aldıkları darbeler sonucu “aman abey” diyip kaçıyorlar. Mesela kör sinekleri de üfleyerek şaşalak ediyorum, “oha lan nası ceryan yaptı” deyip uzaklaşıyorlar…

Ancak sivrisineklere hiçbir şekilde acımam! Fark ettiğim anda, hele ki yatmaya hazırlanırken fark ettiysem “enemi spatıd” deyip atlıyorum üstlerine ağızlarını burunlarını kan içinde bırakıyorum! Boncuklu silahım olsa onla dalarım da eskisi gibi kaliteli yapmadıklarından almak da istemiyorum…

160

Bugün sabahın 8’inde Ozan’ın kampüse panorama çekmeye gittik. Beytepe kampusü, gohuyo emilim! Odtü’ye komşu olmasına rağmen her yer dağ taş, çimen yok bir şey yok. İnsan ar eder de adam akıllı peyzaj yapar lan etrafı!

Neyse işte Ozan’ın panorama ödevi varmış onu hallettik o arada gezdik ettik, 5,25’e mis gibin köfte dürüm yedik ki süperdi.

He sonra Gaye’nin yeni sevgilisini gördük. Ozan’la bunlar konuşurken çakmadım o eleman olduğunu zira 1-2 kez fotoğrafını görmüştüm bir yerden tanıdık gelmişti. Bir laf geçti, o an çaktım, aynı anda da ozan tanıştırdı bizi de ayıp olmasın diye memnun oldum falan dedim. O kadar da öküz değilim. Madem bu konu açıldı diyeyim; 62. yazıdakilerin hepsi benim için hükümsüz oldu çoktan. Yeni sevgilisini gördüğümde de pek bir dalgalanma da olmadı bende. Çok da Kasımpaşa yani =)

159

İnternetten birisiyle tanışmak, arkadaş olmak ne garip dimi lan? Böyle bir şekilde tanışıyorsun, sohbetlerle tanımaya çalışıyorsun karşıdakini, ne derece tanıyabilirsen artık. Sonra buna güveniyorsun, hatta çok güveniyorsun ki bunun çok olmaması lazım dikkat ediyorum o konuda. (Bkz: 6. yazı)

Sohbet esnasında genelde ortak özellikler fark edilip “aha bende aynen valla…” gibisinden muhabbet başlar ki benim başıma hep geliyor ama bir süre sonra çat diye kesiliyor çünkü kısmen tanıdığından kendinden başka şeylerden konu açabiliyorsun. İleriki zamanlarda böyle normal tanıdığın arkadaşın edasında muhabbetler oluyor, dertleşiyorsun, geyik yapıyorsun falan… Ancak gerçekten tanımama durumunda karşıdaki veya sen yanlış bir sözle hemen kırılabiliyor. Bu günden bir örnek vereyim; “mal” dedim arkadaşa ama o ne manada ne amaçla dediğimi anlamadı az da olsa kırılmıştır belki bilmiyorum. Zaten yazdıktan sora fark ettim mal dediğimi. Aynı şekilde bana da oluyor ama beni tanımadığına veriyorum, çok takmıyorum…

Mesela internetten bulduğum arkadaşlarım nadirdir ama iyi anlaşırım genelde çünkü ortak zevkimizin olduğu yerlerden karşılaşmışızdır. Peki neden internetten birileriyle tanışıyorum ha? Neden; çünkü 2 sene nerdeyse kampus yüzü görmeden üniversite okudum, işe girmedim bu sene içinde ve gittiğim kurslarda kafa adam olmadığı için olabilir mi? Neden olmasın beybi? Bu süre içinde internetten arkadaş ayayım diye de kasmadım tabiî ki, hem kafa adam görsem de öyle kolay kolay tanışayım edeyim, msn’ini isteyeyim diye düşünmem lan. Ancak ister istemez tanışıyorsun birileriyle ki memnunum ben bu durumdan. Çünkü 2 sene boyunca Harun, Çağrı, Gökhan’dan başka nerdeyse kimseyle görüşmüyordum, görüşemezdim de çünkü mesela biriyle tanıştırdılar diyelim, napayım ben o adamla hemen msn'ini alsan ne bilecen adamın senle konuşup konuşmayacağını? İnternet ortamında insanların kendini ifade etmesi daha kolay olduğundan daha çabuk tanıtabiliyorsun kendini. Hem zaten senle konuşmak istemeyen yapacağını biliyor ama…

He bir de msn’de 2 arkadaşı toplu konuşmada tanıştırmak var ki ikisi de geyik insanlar ise süper geyikler dönebiliyor. Misal şuan içinde bulunduğum durum; öyle pis geyiklere girdiler ki yardılar beni gülmekten.

Bu arada yazıyı da sıçtım batırdım ha. Bir daha kafamda oluşturmadan yazmaya başlamıycam! Bu konuya değinmeyi bir haftadır istiyorum gaza gelip başladım fakat yazarken düşünen bir insan olmadığım için çok kopuk oldu vs…

Böyleyken böyle işte…

158









Harun’un Flying Heart diye bir kaydı var, seviyorum. Öyle ki o çalmaya başlayınca sonraki parçaya atlamıyorum. Adeta araba farıyla paralize olmuş tavşana dönüyorum.

Harun vokalde telaffuzları sevmiyormuş “dinletme lan kimseye” falan dediydi ama güzel bence lan, samimi…

Bu arada şarkının baterisi, gitarı ve vokali Harun’un, Bas gitar’da Stüdyo sahibi levent abinin. O da doğaçlama yapmış ki herifin doğaçlamaları çok süper oluyor bea =)

Gereksiz Reklam: Kayıt Stüdyo Empire’da yaplıdı, ehe =)

Güzel evet…

157

Küçükken evde bulduğum her türlü kimyasaldır, baharattır, kıldır yündür toplayıp karıştırırdım. Nedenini hatırlamıyorum ama yapardım bunu.

Favorilerimin başında kabartma tozu vardı. Çok severdim çünkü karışımı kabartırdı daha çok gösterdi eheh… Ancak çamaşır suyu- tuzruhu ikilisini hiç karıştıramadım be, içimde kaldı. Zaten evde tuzruhunu hiç görmedim. Ha görsem de pek yemezdi karıştırmak ki o zamanlar biliyordum sonunda gaz çıktığını…

Hee bir keresinde yine böyle aldım elime bir tane deodorant kapağı gibi bir şeyi, bulaşık deterjanıyla falan başlamışımdır önce; çünkü kuru kuru başlamak olmuyor ehe. Sonra diğer bulduklarımı da kattıktan sonra baktım kabartma tozu az gelmiş kabarmıyor, biraz daha katıp kaloriferin üstüne koydum ısınsın diye. Unutmuşum orda, akşam babam perdeleri çekerken görmüş anlatmak zorunda kaldım ne olduğunu. Adeta geri zekalı bir çocuğa sahiplermiş edasında “yavrum niye uğraşıyorsun böyle şeylerle” demişlerdi. Halbuse geri zekalı değil bildiğin hiperaktiftim ben. O kaloriferin üstüne taşan karışım da çıkmayan bir leke bırakmıştı kaloriferde =)


Neyse efendim geçen gün duşta bitmek üzere olan duş jeline yeni aldığım jeli karıştırayım diye geçirdim içimden. Çocukluğuma döndüm resmen…

Zaten her şey bundan sonra başladı… Jelin üstüne yeni jelden koydum, üstüne şampuan koydum, kesmedi peeling jeli vardı ondan da koydum… Ama çok güzel oldu ha. Bitmeye yakın yeniledim daha fazla hazırladım bu sefer ehe…

156

Az önce monitöre orta boylu bir sinek kondu. Tam maden suyunun etrafına elim üşümesin diye sardığım şişeyi toparlak edip suratına patlatacaktım ki daha peçeteyi alamadan kaçtı gitti. Adeta ce eee yapıp kaçtı, bulamadım da…
Peçeteyi hazırda tutuyorum gördüğüm yerde öpecem!

155

Merve’yle buluştuk. Daha önceleri buluşacaktık da fırsat olmadı sonra araya ramazan girdi falan.
Zamanında çok istediğimiz gibi börgıra gittik yedik yedik ama ben çok sevdiğim patatesi yiyemedim içime oturdu valla. Börgır formumu kaybetmişim, üzüldüm. Üzüntümü de artan sosları üst üste bastırıp kenarlarından pörçürttürerek giderdim…

Sonra arkhe’ye gittik, zencefilli sıcak çikolata içtim ki feci özlemiştim. Fotoğraf çekecez diye cafenin altını üstüne getirdik adeta. Ama ben hayatımda böyle eğlenmedim fotoğraf çekerken. Dışarı çıktıktan sonra da devam ettik çekmeye falan.

Nezle etti zaten beni. “Grip aşısı oldum bana bişey olmaz ki, Süpermen gibi bağışıklığım var benim piyfiuuuu…” havasındaydım ki ayrıldıktan 1 sat sonra hapşırmaya başladım, 2 gün hasta gezdim.

Fotoları koymaya zerre tenezzül etmedim, ne edecem Merve koymuş bloguna

(daha çok yazarım zannediyordum bu kadar çıktı)

154

Arkadan esen şiddetli rüzgarı seviyorum. Hele bizim evin yokuşunu çıkarken eserse. Üstümdeki (hırka/yelek/kapİşonlu/her ne haltsa) ceplerine ellerimi sokup kenarlara açtım mıydı adeta uçurtma gibi hafif oluyorum yokuşu bir çırpıda çıkabiliyorum.

Bide saçlar uzayınca ne taraftan eserse essin saçlar tersine yönelmektense amuda kalkıyor resmen. Böylece rüzgar kafama feci kuvvet uyguluyor, düz tutmaya çalışıyorum. Hep böyle esse yeminlen boyun kası yaparım ha…

153

Şişko gotik kız hayatta kalamaz. Dışardan izlenilmediğim kadarıyla gotik olmak için bir asalet gerekiyor, onu geçtim o elbiseleri gitmek için ince olmak gerekiyor ki harbi gotik olanları feci hoş oluyorlar böyle incecik falan ehe =)

Ama şişko gotik kız olmaz abi. Okuyan yanlış anlamasın kilolu insanlarla alıp veremediğim yok, rencide gibi bir niyetim hiç yok. Ancak bu elbise olayından kaybediyorlar bu bir. O elbise olmayınca asaleti de pek yansıtamıyorlar bu iki. Bu kadarı bile yetiyor.

Şişko gotik kız can not survived!

152

Evet, çıktım dışarı tasasızca kızılay’a inince bir kaç kişiye mesaj attım buluşalım diye, bir tanesi geri döndü mesajıma, o da şehir dışındaymış.

Mal gibi kızılay’da aynı yerleri yürüyüp durdum. Mp3 player’ın düğmesi temassızlık yapmasıyla kulaklığın kopması ve kopan yeri bulamamam da üst üste geldi. Fark ettim ki müzik olmadan yürümek bir şeye benzemiyor benim için. Adımlarımı metronoma göre ayarlarım hep. Müzik olmayınca hep uyuz olduğum o “yavaş yürüyenler” gibi yürüdüm, milletin önünü kestim istemeden.

Makarayı tab ettirecektim, fotoğrafçı kapalıydı. İstemeye istemeye geri döndüm eve yattım batılsıtar galaktika izledim.

Amaçsızlık getirdi beni bu hallere. Kurs bitti, ders çalışmamı gerektirecek bir şey yok. Oturmuş sınav sonucunu bekliyorum. Ne iğrenç bir şeymiş be…

151

Ne fark ettim, ben evde kös kös oturunca bi bok yapamıyorum. Beynim bile çalışmıyor. Ama mesela dışarıya çıkıyım, yürüyüm anında çalışıyor düşünmeye başlıyorum. Kaç gündür o kadar çok yazasım var ki o kadar çok birikti ki kafayı yiyecem. Yazmaya otursam bile cümlelere dökemiyorum, saçmalıyorum, kendimden tiksiniyorum falan. Zaten ben bu haldeyken flickr’da da saçmalamamın üstüne birisi uzun uzun yorumlarla beni savunmasız halimdeyken vurdu. Yazdıkları o kadar uzun ve devrik cümleler ki anlayana kadar bir hal, cevaplayana kadar başka bir hal aldım.
Yarın ilk iş dışarıya çıkmak yürümek, gezmek, belki fotoğraf çekmek… (Başıyla sonu ayrı ruh hali barındıran cümle bu.)

150

Ulan ne zamandır öyle bir üşeniyorum ki şu yazıyı yazmak için. Dolma sarmasının üstündeki tatlı tabağını kaldırıp dolma almaya üşenmemden daha çok üşeniyordum. Normalde yatacaktım da nasıl olduysa başladım birden.

Neyse efendim anlatayım…
Blogumu Kutay’a da söyledim. Böylece beni tanıyan okuyucu sayısı bilmem kaça çıktı.

Sonracığma Blograzzi’ye kaydoldum ancak feci tiksindim sildim. Hem bannerın’da renkleri
beyaz-maviydi yeşile hiç uymuyordu eheh…

Hani paragraf sorunundan bahsediyordum ya, he işte onu düzeltmek için kodlarla boğuştum, becerdim de fakat ayarlar menüsünden halloluyormuş nihayet oraya bakmak aklıma geldi…

Bu aralar feci boşladım, aklıma pek bişeler de gelmiyor aslında, geleni de not etmedim hiç.

Beynim durmuş gibiydi yeni yeni kendine geldi bea…

Böyleyken böyle…

Not: Bunun yerinde eskiden olan yazı altındaki yorumlar yazıların numaralarının karışmasından dolayı yerleri değiştiği için uçtu. Biriniz de çıkıp demiyorsunuz ki numaraları karıştırmışsın diye, peh… =)

Not2: Yuh lan hatta kendimi iyice kaybedip aynı yazıyı 2 farkı şekilde yazmışım. Dövün lan beni!

149

Bana How I Met Your Mother'ımı verin, gereksinimlerim olmadan da yaşayabilirim.

148

Ocaktaki pilav tenceresinden ayaküstü pilav tırtıklamak kadar zevk aldığım başka bir şey yok!

145

Az önce hiç içime sinmedi diye bir yazımı yayınlamadan sildim. Yazacam diye zorlamamalı insan.

Bak şimdi bu da sinmedi sanki. Ben gideyim televizyon seyredeyim…

146

Mesela başka blogları okurken tam bir beyin fırtınası adamı olduğum için aklıma o yazıyla ilgili tonla düşünce geliyor ancak yazmıyorum. Kendime yakışmaz gibi geliyor, kopyacı gibi hissederim kendimi.

Bazen de yorum yazarken öyle oluyor alıyorum başımı gidiyorum, konudan konuya geçtiğim oluyor, saçmalıyorum çoğunlukla. Yazılarımı uzun tutsam aynısı olacak o yüzden kısa benim yazılarım.

147

Annem içinde buğday olan tencerenin altını açık unutmuş, yanmış altı biraz. Lan ne süper kokuyormuş bu buğday yanığı böyle. Düzenli kavurayım ben böyle sırf koklamak için eheh…

142

Saçımı çok seviyorum lan. Duruma göre hem kıvırcık hem lüle olabiliyor. Rengi küçükken kumralmış, hep kumral kalsaymış keşkem ne süpel olurdu.

Sevmediğim bir huyu var; tel tel ayrılıp ufacık rüzgarda o telleri dikip beni sinir ediyor. Sen uza iyice görecem ben seni tel tel oluyon mu olmuyon mu, hey yavrum hey… Severim de döverimde yalarım da!

143

Benim Insert tuşu kadar uyuz olduğum bir tuş yok! Hani yazı yazarken bir yeri düzeltmek gerekir, oraya dönüp eklemeyi yaparsın sonra bir bakarsın ki yazdıkların ondan sonraki yazıların üstüne yazılmış. Her harfe bastığında yanındaki karakterin yerine yazılıyor. İşte bu sinir ötesi duruma neden olan bu insert tuşuymuş. Çok geç fark etmeme rağmen yinede fark ettim ki daha fazla sinir harbinden kurtuldum.

Hayır bir tuşun ne diye böyle bir özelliği olur ki? Bilmiyorum öğrenmek de istemiyorum! İmlecin sağındakileri silmek istesem ctrl+del yaparım en basitinden. Kesin başka bir görevi vardır fakat istemiyorum öğrenmek, evet!

144

Azımdan bir şey almak isterseniz gece 3-4 gibi gelin konuşmaya başlayın benle. Saçmalıyorum baya ama ne dediğimi bilmiyorum hiç. Fazla zorlamayın uykudayken sinirlenince azınızın ortasına çarpabilirim bile! Hem hatırlamıyorum ne yaptığımı ki, sabah sorarım dudağına naptın diye…

141

Geçen marketteyim, görevli elemanlar telsizde geyik yapıyorlar resmen, bildiğin geyik. Hatırlamıyorum sohbeti ama yanında olduğum adam karşı tarafın söylediğine kahkaha attı, sonra karşı tarafın duymadığını fark edip telsize de aynı kahkahayı adeta copy/paste yapar gibi attı. Kendi içimde güleyim mi gaçhayım mı diye çelişkiye düştüm o an.

Sonra gittim 1.5 litre aystiğ şeftali aldım, oh mis.

140

Dolunayı seviyorum! Çok güzel gözükmesinden ziyade kanı insanın beynine çekiyor, böyle daha bir geyik oluyoruz zeki oluyoruz, beyin fırtınasının dibine vuruyoruz falan. Evet bir yerde okumuştum hakikaten böyle kanı beyne çekme etkisi gibi bir şeyler var. Yani tonlarca suyu çekip gelgit yapabilen birkaç litre kanı neden çekmesin değil mi kuzum? Değil…

139

Kedigiller kadar mahremiyetleri hiçe sayılan bir tür yoktur. Belgesellere bakın, genelde aslan olur, kaplan olur, çita, leopar olur hep bunlardan var. Takip ediyorlar hayvanları, affedersin zıçarken bile yanlarındalar ama bize göstermiyorlar tabi. Ben de bu kedigillerin mahremiyetine dalanlardanım. Sadece kedi bulabildiğim için diğerleri kurtuluyor benden. Bulaşmam onlara zaten, ne bulaşacam lan.

Yolda kedi görsem dalaşmadan duramam, yolumu değiştirir takip ederim. Hele ki yanımda makinem varsa bide adeta belgeselci havasında yaklaşırım hayvana. Karacan akademi’nin arka tarafında 2 kedi ailesi yaşıyor. Oraya geçmek için pencereden atlamak gerekse de kedi ve fotoğraf sevgisiyle gözüm hiçbir engel görmüyor eheh… Hayvanların mahremiyetini geçtim onlar beni mahremlerine almışlardı ki kurs bitti kurtuldular benden.

Ha ama insandan korkan kedileri hiç sallamam, hele pisi deyince kaçanlardan. Kesin bir şekilde insanlar korkutmuş onu, ben de üstüne gidip daha da korkutmak istemem. Ancak ille de gel lan buraya sevecem diye peşinden gittiğim kedi beni takmazsa “kedi uzanamadığı ciğere mundar der” atasözünü uygulayıp senle mi uğraşcam lan der yoluma giderim. Öyle de kedi huylu oldum. Evde de bizimkilere mivaylayarak bir şeyler anlatmaya çalışıyorum zaten…

138

Patlıcanın poşetini yırtmasından tırstığım kadar hiçbir şeyden tırsmam. Hele taşırken yırtılmasını düşünemiyorum bile!

137

Lcw’yu çoh seviyorum! Sırf tişörtlerinin etiketlerinden askıya asılabildikleri için hemde! Evet tişörtleri de güzel oluyo onun da katkısı var. Hatta bundan sonra tüm tişörtlerimi Lcw’den almayı bile düşünebilirim, o derce seviyom leğn =)

136

Ceren var, teeeğ ortaokuldan. O zamanlar pek samimi değildik. Yani nasıl deyim böyle birlikte pek takılmazdık. Korkardım ben o kızdan. Eheh evek lan o zamanlar şimdiki gibi “geyik” olmadığımdan ne yapacağını neden napacağını pek kestiremiyordum falan. Neyse işte vardı Ceren diye birisi…

En son tahminen lise 2 de Gaye’yi beklerken görmüştüm. Önümden geçti ama görmediydi beni, ben de selam verememiştim zaten. Sonraları bu facebook’da aradım, bulamadım. Tekrar aradım bulamadım. Burada onun soyadına benzer isimli bir apartman var, önünden geçerken aklıma “Bir Ceren vardı ne oldu ona” diye geliyordu, arıyordum bulamıyordum. Sonunda hesap açmış nihayet, ekledim falan filan.

En son 2 gün önce rüyamda gördüm ben bunu. Rüyayı da feci ayrıntılı hatırlıyorum. Böyle Harun’la ben bir elektrik direğinin üstündeyiz, o sırada alttan Ceren’le bir arkadaşı geçiyor. Arkadaşı uzun boylu, uzun kumral saçlı, beyaz tişörtlü bir kız. Bir şekilde göz göze geliyoruz “oha Ceren?” “oha Alper?” surat ifadeleriyle bakışıyoruz. Sonra iniyoruz direkten, mekan değişiyor. Bu araba sürüyor; beyaz pejo 207 gibi bir şey. Sonra bir yere bırakıyordu herhalde bizi, öyle bir şeyler…

Bu gün, Harun’la kurstan çıktık eve gitcez. Otbüs durağına gittik feci kalabalık. Bizim otobüs gelse içinden inen de pek olmayacağı, binen de çok olacağı için kesin ayakta kalıcaz. Harun her zamanki gibi “otbüs yoksa dolmuş yerik” dedi (demedi). Neyse hadi dolmuşa binelim bari diye ikna oldum ben. Giderken oturmak için de sırada bekledim. Bindim dolmuşa, baktım yer kalmadı bana, bir yer boşmuş meğersem oturdum hemen. Trafik de sıkışık baya, arkadan birisi “pencereyi açabilir misiniz” dedi, göz ucuyla baktım incecik bir bağyan eli pencereyi açmaya çalışıyor, “açılmaz ki o” diye düşündüm içimden. 15 dakika sonra falan bu sefer tekrar pencerenin açılmasını rica ettiler bu sefer bir erkek davrandı. O sırada demin açmaya uğraşan kimdi ki diye baktım arkaya; tekerleğin üstündeki çıkıntıya oturmuş karşıdaki camdan dışarıya bakıyordu, üstünde yeşilli meşilli bir şeyler vardı. Yüzü nerdeyse hiç değişmemişti, ama evet saçı uzamıştı… Benim üzümde “Oha Ceren?” ifadesi varken o da benim ona bön bön baktığımı fark edip refleks olarak bana baktı 1.37sn sonra aynı ifade onun suratında da belirdi. İfadeyle kalmadı ama ben “Ceren?” dedim o da “Alper?” dedi mi hatırlamıyorum eheh…

Kalktım hemen yer verdim falan. “En son ne zaman görüştük?“ muhabbeti açıldı hemen. Şimdi saydım, ben onu en son 2004-2005 arasında gördüm ama normal olarak görüşmeyeli 5-6 yıl falan geçmiş. “Naptın nettin” muhabbetinden sonra (hayali olan tiyatro bölümüne girmiş, sevindim valla) pek bir şey de konuşamadık. Hem o feci yorgundu (saydım 30 kez esnedi be eheh) hem ben de feci susamıştım ve pek konuşacak havada da değildim falan.

Yahu o değil çohpis sevindim bu kızı bulduğuma! Neden bilmiyorum ama hep böyle bulmalıymışım gibi bir his vardı içimde. Eskiden tanıdıklarım önemli benim için ondan olabilir herhalde, öyle bir şeyler…

Bir de bu olayın rüyayla benzerliğine de şaşırdım lan. Onu bırak dün “ben bu rüyayı gördüm ya şimdi bide cerenle karşılaşırsam…” falan diye düşündüydüm. O daha bir ilginç ki çözemedim. Ha çözülmesi gereken bir şey de değil =) Bu kadar uzun yazmaya da gerek yoktu ama ne zamandır yazmıyordum baya birikmiş içimde hea…

135

Bazen havada beyaz güvercin görünce martı sanıyorum.

134

Geçen ablam geldiğinde tam kapanma saatine yakın Panora’ya gitmiştik, bana bir şeyler bakıyorduk, son 5 dk içinde yeni bir uzun kollu tişört sahibi oldum. Sıradan değil ama, blogun yeşili tonundan eccük koyu =) Enine çizgileri var, alırken “oo iyi kilolu gösterir biraz” dediydim ancak hiç de öyle olmadı. Kollarımı yukarı katlamazsam o çizgiler yüzünden kendimi çok katlı apartman gibi hissediyorum. Evet ayrıca uzun da hissediyorum, olsun sevdim.

133

Sakarya caddesinde karşıdan karşıya geçmek için yolun boşalmasını bekledim. Ne geliyorsa Sakarya’da geliyor başıma.




Röportaj yapıyorlardı ben de yukarda pencereden izliyorum bunları. Birden kadraja karpuzcu kamyoneti girdi. Kameraman hemen onu kadrajdan çıkartmak için konuşan adamın dibine girerek kafasıyla doldurdu kadrajı. Tamam sabah karşıdan karşıya geçmek için bekleyecek kadar yoğun oluyor da o saatte ne işi vardı o karpuzcunun orda?

132

Saç rengi önemli benim için. Kumral seviyorum. Ama böyle açık kumral, çok datlı oluyor… Keşke kendi saçım da hala öyle olsaydı, küçükkene öyleymiş….

Sarıyı sevmiyorum, doğal sarılardan başka sarı renk acayip yapay, itici geliyor bana. Hele böyle sarı kahverengi arası bir renk yaptırıyorlar, kötü lan.

Kızıl da güzel, ama böyle koyu kızıl değil; turuncuya çeken açık kızıl. Kumral kızıl karışımı var bide, değişik bir şey, güzel…

Kahverengi zaten alışıldık renk, dikkat çekmiyor ama kötü de değil…

131

Ben silahları sevmiyorum! Mermileri seviyorum, çok datlı oluyorlar. Hele ki kısa namlulu otomatiklerinkilerin ince uzun mermileri! Bir lokmada yutasım geliyor, o derece seviyorum!

130

Dün veya bugündü, anladım ki ben müzikle artık hiç uğraşmıycam. Bas gitar almıştım, 1 sene oldu elime alıp çalışmışlığım 6 saati bulmamıştır. Aslında alma amacım da ego tatminiydi biraz. Çünkü lise 2’den beri “Sen bir şey çalıyor musun?” sorusuna, “Yok ama bas alacam yakında.” diyordum. Sonraları bu cevap “Yok ama 2 senedir bas alacam diye dolanıyorum etrafta, alacam bir gün…” gibi eziklik dolu bir cümlesine dönmüştü.

Aldım bası, başlarda normal şekilde çalıştım falan, sonra bıraktım kaldı öyle; çünkü ben çalışamıyorum, bir şeyin başına “oturup” çalışamıyorum. Bu pis huyum burada da karşıma çıktı ve çevremdekilerin de müzikten yavaş yavaş kopmasıyla benim de bu “özentim” dolabın arkasında, kılıfında kayboldu. Ha ama ara sıra çıkartır tozunu alırdım, akort ederim falan. Geçen bir baktım ki çok alakasız bir yerinden darbe almış, nasıl üzüldüm var ya! Çocuğum kafasını yarmış gibi üzüldüm adeta, kullanmasam da seviyordum ben onu! Ancak aynı anda “Lan nasıl satacam şimdi, fiyatını da düşürür bu darbe” gibilerinden ikiyüzlü düşüncelerdeydim. Evet, satarım ben bunu!

Efendim çünkü beni müzikten soğutan en önemli şeylerden biri de fotoğraftır! Müzik gibi çalışmak gerekmiyor bunu yapmak için. Fotoğraf çekmek, kadrajı görüp deklanşöre basmakla oluyor; amatör de olsan profesyonel de olsan bu böyle. Kendini geliştirmek için de bolca bundan yapıyorsun zaten eheh… Evet, fark ettim ki ben “bari bir enstrüman çalabileyim” hayalinden vazgeçip “eeh olmasa da olur, gitar orada yatacağına satarım makine için para koyarım kenara” düşüncesine bıraktı.

Zamanında bana “Müziği bırakma” diyen insan, sonradan “Fotoğrafı sakın bırakma, müzik işine çevirme bunu” demişti. Tamam bırakmıycam, ilerde sergime davetlisin =P

(Not: Stagg 4 telli , ecük göçüğü olan bu gitar satılıktır. Okuduğunuz gibi tertemiz eheh...)

129

Test çözerken , özellikle Tükçe’deki paragraf testi, ciddi ciddi beyin yıkar gibi mesajlar var bunlarda. Mesela bazen siyasilere laf çarparken bazen hayata dair öğütler verebiliyorlar. Bu paragraf sorularının devlet kontrolünde olduğundan şüpheleniyorum!

128

Şebnem Ferah’a “Şebo” diyorlar ya hani, belki sevmiyor kadın kendine öyle denmesini. Kurmuşsunuz içinde şebo geçen fan kulüpler falan hiç sordunuz mu "Ablacım biz böyle diyoruz ama bozulmuyorsun demi? Sevdiğimizden diyoruz biz eki eki" diye? Ha söylemiştir belki sevip sevmediğini bilmiyorum ama ben olsam istemezdim şahsen. Ne öyle “şebo”?

127

AEG bulaşık makinemiz var, benden yaşlı. Küçüklüğümden beri çok seviyorum =) Yıkadığı bulaşığın bitmesini bekliyorum bitince açıyorum kapağı, yüzüme o tarif edilmez kokulu yoğun buhar kütlesi vuruyor, çekiyorum içime çekebildiğim kadar, yüzümün derisi yumuşuyor buhardan, koluma siliyorum… Çok seviyorum ulayn!!! =)

126

Kişinin telefon numarasını kaydettikten sonra "seni x'diye kaydettim eki eki" diye pis geyiğe girmesi çok ilginç ki sadece bir harfi değişik kaydetse bile yapar bunu.
Ha ben de yaptım, yapmadım değil.

125

Msn’de içinde “hack” kelimesi geçen bol yabancı veya özel karakter içeren nick ve kişisel iletileri bulunanların ortak paydasını, gerçek hayatta yapamadıkları ego tatmini, güç gösterisi, özentiliğe bağlı kişilik bozuklukları olarak tanımlıyorum ben. Evet acımasız bir düşünce ama 100 kişiden böyle olmadığını gösterebileceğiniz en fazla 2 adam çıkar.

124

Hoca “Yukarı Kızılırmak Bölgesi” dedi, ben “karı kızlı ırmak” anladım. Fesatlık bilinç altımda var benim.

123

İddia ediyorum içinde ketçap ve mayonez barındıran hiç bir yiyeceğin yanında içecek gerekmez! Bir düşünün bakalım hamburger, ketçap,mayonezli pizza veya patates falan yerken hakikaten içeceğe ihtiyacınız oldu mu? Olmamıştır eminim, benim olmuyor şahsen.

122

Geçen gün Mithat Paşa’da otobüsten indim, dershaneye yürüyorum. Birden karşımda bir güvercin gördüm, yürüyerek bana geliyor. Normalde en azından sağa sola kaçarlar, yok bu üstüme geliyor... Sağa adım attım o da sağa attı, sola attım o da sola attı. Bir güvercinle koca yolun ortasında karşı karşıya kalmıştım ve hangi yöne gideceğimi bilemedim! O an fark etmedim böyle bir duruma insandan başka bir varlıkla, üstelik kanatlı ama uçmaktan üşenen bir varlıkla düştüğüme. En sonunda ben tam sağa kırdım yürüyerek yan yana geçtik, yolarlımıza devam ettik… Ben işte o an arkama dönüp “nolduğ lağn?!” dedim içimden.

121

Geçen gün fark ettim de, ortaokuldaki, lisedeki her şenlik, konser, zart zurt olaylarında birden ortalıkta bir köpek beliriyor kesin. Nerden geliyorlar, neden geliyorlar merak ediyorum….

120

Yavaş açılan otobüs kapısı! Seni sevmiyorum ben! Çabuk açıl diye elimle çekince inadına öne gidip daha yavaş açılıyorsun bide. Ne biçim bir şeysin sen ya? Yanında ki kapı gibi çat diye açılsan olmuyor dimi? Hep önüme geliyorsun zaten, “otobüsten ilk inen insan olma” takıntımı depreştiriyorsun, beni başarısızlığa uğratıyorsun… Camını kıracam bir gün!

119

Yolda yürürken mor tişörtlü bir eleman gördüm. Tişörtünde “Ben şizofrenim” yazıyordu küçücük, “kesin arkasında bir şey daha yazıyordur” diye baktım, “BENDE” yazıyordu kocaman, içten içe koptum…

Sonra düşündüm; ben de bastırıcam bu tür tişört.

“Arkamda bir şey yazmıyor” “Aferim”

veya

“Böyle tişörtün olsun isterdin di mi?” “Evet” gibi

118

Artık bildiğimiz tıraş bıçaklarımı atın gitsin! Ben attım, artık 9 bıçaklı diyafram ile tıraş oluyorum!

117

Otobüste uyuyan insanlar olur, ben de uyurum bazen. Cam kenarında otururlar hep. Otobüs içinde işte bu “otobüste uyuyan insan” kadar beni rahatsız eden, tedirgin eden hiç bir şey olamaz. Olur ise o da benim yanımda oturan insanın “uyuyan insan” olmasıdır. Bir an uyanıp “Lağğn cüzdanım nerde?!” gibisinden bir şey deyip bana soru işaretleri dolu bir bakış atacak diye çok komik bir paranoyam var. Onun dışında uyanıp durağı geçtiğini fark etmesi, ancak karizmayı bozmadan “kalkabilir miyim” deyip gayet sakin bir şekilde inmesi, inince de “napcam lan şimdi” diye sağına soluna bakması da çok rahatsız eder beni. Benim başıma bir kez falan geldi halbuki, çok pis bir şey. O yüzden yanımda otursun oturmasın “otobüste uyuyan insan” gördümmü içimden “lağn uyan abi nolur bak durağı falan kaçırcan bak…” gibi şeyler geçiyor kafamdan, rahatsız oluyorum. Gözünüzü sevem cam kenarına oturmayın ya!


116

Yürüyorum, önümdeki bay/bayan kolunu öyle bir sallıyor ki bana çarpacak diye yaklaşamıyorum. Sevmiyorum ben bu insanları! Ne bicim insansınız siz ya? İnsan yürürken çevresine dikkat eder, sen yürürken yanından saniyede ortalama 5’den çok kişi geçiyor ve sen tasasız gibi elini 45 dereceden gayet fazla bir açı yapacak kadar rahat sallıyorsun. Ya birinie çarpsa o el? Hayır çarpabileceği yer de insan vücudunun affedilir bir yeri de değil ki! Anladın sen… O ellerinizi gövdenizden fazla uzağa sallayamayacağınız şekilde tasmalamak lazım. Tam dayaklıksınız ha…

115

Flickr’da Orhan Okay var. Ya Merve’nin sayfasından onu ya da Merve’yi onun sayfasından gördüydüm. Bu insanlardan birini bulmamda diğeri bir şekilde bağlantılı işte, neyse…

Bu insan “daş” gibi fotoğraf çekiyor! Sonra bir tonlama yapıyor o daş gibi foto yumuşak tonlarla daha bir daş oluyor =) Zaten Mimar Sinan Grafik mezunu diye hatırlıyorum. Eğlenceli birine benziyor, kendi portrelerinden belli, portresini çektiği insanların yüz ifadelerinden belli.

Sonra birden kayboldu, sildi kendini flickr’dan veya silindi bilmiyorum. Üzüldüydüm lan. Harbi bak. Adam güzel çekiyordu, zevkle bakıyordum fotoğraflarına. Baya sonraları tesadüfen yine Merve’nin contactlarında gördüm “Redline+” adıyla küçücük fotoğraf ta olsa hemen tanıdım, ekledim, hoş gelmişen dedim =P Ayrıca kendisi reklam meklam, grafik tasarım masarım ajansı falan kurmuş galiba birkaç arkadaşıyla, o işi yapıyor. (Hep kesin olmayan bilgilerle konuşuyorum, kendimden tiksindim)

http://www.flickr.com/photos/redlineplus/
(Bu arada ben sevdim baya bu “Fotoğrafçı incelemesi”ni)

114

Dolabı açtım, geçen gittiğimiz piknikten kalan kola ve fanta var, pek içmeyiz ikisinide. Dedim “şimdi bunların asidi kaçmıştır içilmez, maden suyu mu içsem?”. O an ampül yandı; sadece kolaya maden suyu katsam seyrelip tadı bozulabilirdi fakat ikisini karıştırıp üstüne maden suyu ekleyince güzel olabilirdi. 1’e 2 kola-fanta yaptım, 1 şişe de maden suyu kattım. Seyrek gözüküyordu fakat tadından pek bişey kaybetmemiş üstelik yeniden asitli olmuştu eheh…

Birazını içtim sora öeh dedim döktüm…

113

112

Ben: Aboğ! Ayıp etmişiz arkadaşa, kalbini kırmışız. Bu arada oköptmbye'ı da biliyomuş haa. Hiç kusura bakma yavrim sevmem ben böyle işleri, panelden de kapattım senin iletişme özelliğini. Adam gibi görevini yap!
=)

111

Ey Flickr ahalisi! Değerimi anladın anladın, anlamadın annemin fotoğraf paylaşım sitesine çekip gidecem ona göre!

110

Hijyenik ped reklamlarından tiksindiğim kadar hiçbir reklamdan tiksinmem. Erkek olduğumdan değil bayan olsam kesin daha da tiksinirdim lan. O ney öyle yapmacık yapmacık “bunu kullanın aha bu reklamdaki kız gibin mutlu, huzurlu olacağınız” tarzı mesajlar yada en tiksindiklerim erkeklere yönelik replik içerenleri falan. Televizyondan nefret ediyorum bunlara denk gelince.

Bir de 100 metreden görünce tanınabiliyor bu reklamlar. Mesela otobüsteyim, taktım kulaklıkları uykusuz okuyorum. Bir ara başımı kaldırdım televizyonda bir kız, böyle hopluyor zıplıyor, ata biniyor, merdivenden kayıyor falan… 5 sn baktıktan sonra “aha kesin ped reklamı bu” dedim, öyle çıktı tabiî ki. “Ulan burada bile peşimi bırakın” dedim…

(14:06’da başlamışım yazmaya şuan 15:19, 10 tane yazı yazdım bu süre içinde. Baya birikmiş içimde…)

109

Slm, nbr, ok, bye gibi kelimeleri kullananlara feci kıl oluyorum! Hele selam kelimesine her türlü haliyle, selam ne lan? Selam’a nasıl bir cevap bekliyorsunuz? Hele selam’a selam diye karşılık verenler var ki…

Sanal ortamda bu tip şeylerle konuşan insanları önce ıslatıp sonra hortumla döverek kızartmak, ardından budaklı meşe odunuyla kulak memesi kıvamına gelene kadar dövmek istiyorum.

Hayır bide bazı kuzenlerim de kullanıyor bunları, kan bağım olduğundan kendimden de tiksinmemi sağlıyor adamlar! Silemiyorsun da…

Ben de bunlarla dalga geçmek için kullanır oldum. Bu arada “.k”, ok’un sansürlü hali oluyor, bok’a çağrışım yapmasın diye =)

Sakın ola benle konuşurken bunları cümle içinde kullanmayın adam gibi Türkçe yazın!

.köptmbye

108

Sardalyeler vardı(sardalya diye biliyordum, doğrusu ye ile bitiyormuş), hala da vardırlar. Özledim! İlk Tokat’ta “enee ne ki bu, alalım mı?” diye aldırtmıştım. En son Ankara’ya geldiğimizde de almıştık, o zamandan beri unuttuydum varlığını, geçen aklıma geldi. Ben böyle canım sıkılınca dolabı açarım “slm nbr, ne var ne yok” diye bakarım öyle, atıştırcak bişi varsa hemen dalarım. Bu sardalye şeysini de bu yüzden çok severdim, her seferinde ağzıma kolayca atacak bir şey konumundaydı. Özledim…

107

Tuvalette ellerimi yıkadıktan sonra ıslak ellerle merdivenin korkuluklarından tutundum, böylece orayı tutan herkesin elleri ıslanacak, iğrenecek, tiksinecekler nihahaha…. Bir şey olmaz lan ellerimi yeni yıkadımdı…

106

Dershanenin merdivenlerini bir deterjanla siliyorlar ama ne deterjan! Çocukluğumuzun kabusu Roche’un o beyaz antibiyotiği gibi kokuyor. Hani vardı ya toz halinde geliyor şişede sonra onu sulandırıyordu analarımız, aynen öyle. Nasıl bir deterjansa artık. Deterjanlığından da şüphe ediyorum aslında…

105

Önceleri neden bu çocuklar dışarı çıkıp oynamıyor lan diye sinirleniyordum kendi kendime. Hemen odamın penceresinden karşı siteyi görüyorum, güzel bahçesi var fakat 1 tane çocuk çıkıp oynamıyor yahu! Neyse bu yaz döneminde bir ara baya çıkıp oynadılar, bizim apartmanın önünde falan da oynuyorlardı. Baya baya gürültü yaptılar ama kızmadım. Niye kızayım ki ben istiyordum dışarı çıkıp oynamalarını!

Bu aralar yine gözükmüyorlar, kesin dışarıda olanları evdekilere anlatmış, evdekiler de dışarıya çıkmalarını yasaklamıştır falan. Hayır çıkmak isteyen çocuk da dışarıda arkadaşı olmadığı için çıkamıyor ki, böyle bir kısır döngüye giriyor olay. Ben o dışarıda oynarken edindiğim deneyimlerimi, yeteneklerimi hiçbir yerden edinemezdim.

Ben bu ailelere kızıyorum! Çocukların gelişiminde dışarıda oynamak en önemli şeylerden birisi bence. Sizin onları dışarı çıkmaya teşvik etmeniz gerekiyor. Ha küfür falan mı öğrenirler diye korkuyorlar? O küfürlerin alasını isteyerek gönderdikleri özel veya devlet okullarında alasıyla öğrenecekler eninde sonunda. Onun kaçışı yok, yalnız onları kullanmasını engellemek ailenin elinde.

Nerden geldim lan bu konulara şimdi eheh… Sonuç olarak çocuğum için endişeliyim lan! Dışarıda rahat rahat arkadaş çevresiyle oynayamayacak diye endişeliyim…

104

Merve’nin blogunda çalan bir parça vardı, o kadar tatlı o kadar sebepsiz yere sırıttıran bir şarkı ki, o kadar =) Flunk’ın On My Balcony’si o şarkı. Kesinlikle dinlenmeli!

Flunk ise ap ayrı bir grupmuş. Feci süper tatlı bir bayan vokali var, mesela balcony de kelimeleri öyle yuvarlıyor ki yanımda olsa “eneeeğm yirim seni” diye sarılırım kadına. Diğer şarkılarında da ses tonu o kadar olmasa da çok güzel. Bir de erkek vokali var, o da iyi, uyuyor bayan vokale…

3 albümlerini de indirdim bir çırpıda, 52 parçadan 23ünü beğendim, Morning Star albümünün de tamamını. Mirve’ye teşekkür ediyorum Flunk’ı keşfetmemi sağladığı için.

Çok datlılar len! Yirim =)

103

Karşısında saatine bakan bir insan görüp de o an saatin kaç olduğunu merak etmeyen insan var mıdır merak ediyorum.

102

Sabahın 9’unda Kızılay’da el ele dolaşan sevgili görmek şimdiye kadar yaşadığım en garip duyguları yaşattı bana. Sabah 9 lan!

101

İnsanın sadece bir “kulak kabartma” hakları var bence. Onu da kabakulak geçirdiklerinde kullanıyorlar ister istemez. Bu deyim de olayın “tek seferlik” oluşunun kuyruk acısından çıkmış hatta. “Kulak kabarttım da…” diye başlayan cümleleri ciddiye almayın, fasa fiso onlar.

100

Eneee 100. yazıdayım! Evet bu “ne oldu ne bitti” yazısı…

İlk önce kim okuyor ondan bahsedeyim. 1.Harun, 2.Ece, 3.Merve, 4. Kuzenim Esra. Blogu yok Esra’nın link veremedim o yüzden =)

Anket başlattım mesela, 4 kişi oy verdi. Bundan da anlıyoruz ki takipçilerden biri bile vermediyse +1 kişi ziyaret etmiş sayfamı ahahah…

Sonra efendim bu temayı seviyorum fakat sevmediğim yönleri de yok değil ama. Değiştireyim dedim, daha güzelini bulamadım geri buna ( Thisaway (Green) ) döndüm.

Efendim, şimdi bu yazdığım yazıları da tagleyip düzenlemek, gruplamak falan gerekiyor. Çok üşendiğimden yapamadım hala. Ayrıca bazı yazdığım yazılar daha anlamlı olacak. Mesela 92. yazı. Yapmadığım bir şey, yapmış gibi yazdım. Dahası gelecek bu tür yazıların…

Böyleyken böyle, 150. yazımda “teknik sırlar kuşağı”, “ne oldu ne bitti”, veya bildiğin “150. yazı”da görüşmek üzere.

.köptmbye

99

Son zamanlarda her şeye yabancılar oldum. Buna bağlı olarak adeta bir tespit insanı oldum. Geliyor ara sıra böyle, paso tespitlerde bulunurum… İnsanları düşünüyorum mesela; ne garip varlıklar lan. Böyle dişileri var bunların, hamile kalıyorlar. Sonra karınlarında insan yavruları taşıyorlar, onlar içerde hareket ediyorlar falan. Ne ilginç dimi? Bir erkek olaraktan böyle bir duyguyu hem merak edeceğim mesela. Gerçi yaşamak istemem ama… ilginç yani lan, kımıl kımıl şeyler böyle =)

98

Profilimi düzenledim geçende. Doğum gününü de yazınca astrolojik yılı da gösteriyormuş. Dragonmuş benimkisi. Ne işe yarıyorsa artık. Hem akrebim hem dragonum falan… Meğersem eklem bacaklı uçan sürüngenmişim.

Bu arada akrep burcu olmaktan feci gurur duyarım. Özelliklerini geçtim, en basitinden millet ben yayım, ben oğlağım ben balığım, kılım, yünüm derken ben “akrep”im diyorum. Hepsinden daha karizma, daha ürkünç, zehirli falan, ego patlaması yaşıyorum adeta =)

97

Hani küçükken baş ve işaret parmaklarını bileştirerek yuvarlak yapıp ellerimizi de ters çevirip o yuvarlakları gözlerimize gelecek şekilde maske yapardık ya… İşte onu ilk yapabildiğim zamanki mutluluğumu unutamadım hala!

96

Empati duygumu geri kazanmışım! Fakat bunu fark etmek de pek iyi olaylar veya diyaloglar ile olmadı.

95

Gece yatmadan önce bir şeyler atıştırmak için mutfağa gidip Cnbc-e’yi açtığımda sarı ekranda “+ bilmem kaç” veya “şiddet” gibi izleyici kitlesi logolarını görmek kadar hiçbir şey mutlu edemez beni. Hele ki o ekranın ardından CSI veya Cold Case efendime söliyim Without A Trace falan çıktımıydı gece gece dadından yinmiyor…

94

Hakkari’deykene daha “ilkokula yeni başladım” yaşlarındayım, lojmanların önünde oynuyoruz. Arkadaş balkondan bizimle konuşuyordu herhalde, o anda birden boş olan dairenin camından içeri bir şey girdi, kırıldı cam tabi. “Lan lan noluyo olum neydi o kuş muydu uçak mıydı?” diye şok olduk, e “anaokulunu yeni bitirdim” yaşlarındayız tabi şok olcaz. Nasıl olurda yukardan bir cisim gelir üstelik boş olan dairenin camını kırabilirdi? O daireye girip içeri neyin girdiğini öğrenmeyi çok istedim, hala da ukdedir içimde.

Sonradan teoriler üretmeye başladık; taş olamazdı çünkü direk yukardan geldiğini görmüştük az çok, sonra meteor olabilirdi belki! En çok bu yüzden o daireye girmeyi istemiştim. Birsürü böyle teorimiz vardı, sonraları unuttuk gitti ama bazen düşünüyorum acaba neydi lan o? Bu arada nerden geldiyorsa aklıma bilmiyorum…

93

Sınıfta oje süren kızlar/bayanlar var. Kokutuyorlar sınıfı, tasasız gibi sürüyorlar dırnaklarına boyayı. Hiç düşünmüyorlar ki “ulan bu kokuyor gideyim hiç değilse başka bir yerde yapayım” diye. Hadi kızları anlarım lise de yaparlar, dershanede yaparlar ama Kpss kursundaki koskoca bağyan bile yapıyor bu işi sınıfta. Demek ki neymiş? Topluluk içinde kokuta kokuta oje sürmenin yaş ile alakası yokmuş. Hayır o değil canım çekiyor!

92

Kimliğimin arkalı önlü fotokopilerini çektirip sipirallettim.

91

Nil’in dolmuştan son inen olma hikayesi vardı. O hikayeden sonra dolmuştan son inmemeye dikkat ettim hep. Çünkü çok feci dalga geçmiştik kızla. Ben de o duruma düşmemek için hep kastım dolmuştan inerken.

Ancak bugün ne oldu? Anlamadım işte ne olduğunu! Bir baktım benden sonraki kişiye kaptırmışım sonuncu inmeme şerefini! Moralim bozuldu biraz. Neyse ki katafalk çalıyordu metronoma ayarladım adımlarımı, unuttum gitti…

90

Kızılay’a giderken belediyenin temizlik görevlilerinin süpürgeleri dikkatimi çekti. Yılların el yapımı çalı süpürgelerini bırakmışlar aynı tasarıma sahip plastikten süpürgeler kullanıyorlar. Nedir abicim paraya kıymaya mı karar verdiniz de mi çalı süpürgeleri bırakıp telleri daha sık daha kaliteli olana geçebildiniz? Hayır iyi daha güzel temizler onlar da çalı süpürgeler de bir başkaydı be abi.

89

Bizim evden caddeye çıkmak için yokuş çıkıyorum. Senelerdir çıkıyorum ama bugün fark ettim çıkarken ister istemez öne eğiliyorum, nefesim yetmiyor bazen falan… Yani hızlı da çıkarım genelde, pek zorlanmam ama yaşlandım mı nedir. Hele soğuk havalarda o soğuk burnumun içlerinden ilerleyip ciğerlerimi yakmıyor mu! O zaman “Ankara’nın Dikmen’i” diyorum hep =)

88

Otobüs yolculuklarımda genelde 42 numarada oturuyorum. Neden bilmem ama bilet alırken 42 boş mu diye soruyorum hep.

87

Saçlarımı çok seviyom lan =) Dalgalılar aslında ama hiç taramıyorum, bide kabarmasın diye bukle köpüğü kullanıyorum böyle iyice gıvırcık oluyom ehehe…

86

Hayır efendim, kendimi durduracak değilim! Burada format kaygısı taşıyacaksam o zaman formatın ağzına sıçramış olurum ki.

Birkaç şeyden bahsetmek istiyorum şimdi. Ben yorum fakiri bir insanım gibi geliyor bazen bana, böyle okuyorum veya bakıyorum, feci hoşuma gidiyor ama dışarı gık çıkmıyor abi. Hayır beğendiğimi bir şekilde dışa vurayım istiyorum, yapamıyorum. Ha “ay çok güzel, çok sevdim, bik bik” gibi saçmalamak da istemiyorum ki. İçimde kalıyor genelde…

Feci uykum var bu arada. Kapiçino (ilk defa yazdım galiba bu kelimeyi) varmış bide çikolatalı kayfe. Kapiçikulata yaptım bende uykum kaçsın, uyuyup da düzenimi bozmuyum falan diye. Kesmezse yarım bardağa 3 kaşık kahve atıp fondip yapıcam beybi.

İşte böyle bir kelimeyi ilk kez yazdığını fark etmek çok garip aslında. “Oha bu böyle mi yazılıyormuş lan, eneee” diyorsun falan… Garip duygu…

Dediğim gibi bukadar yazasım varken kendimi durdurmam saçma ki… Yani saçmalasam bile saçma ki…

85

Çok mal durumdayım şuan aslında. Yol yorgunuyum, uykum var mı yok mu karar veremiyorum. Adana’ya gidiş gelişlerimde Yeni Adana’yı kullanıyorum hep. Gidişlerimden memnun olsam da dönüşlerimden pek memnun olmazdım. Bu sefer gayet memnundum. Ne klimalar çok soğuktu ne de muavinler kıllık yaptı. Ayrıca gayet güzel uyuyarak geldim paşa paşa.

Otobüsten indim, buz gibi kupkuru Ankara’mın havasını çektim içime, mutlu oldum lan =) 2 günlük alışık olmadığım yoğum nemden sonra mis gibi geldim evime. Uyuyayım dedim, uyuyamadım. Zaten savaş çıkmış 2 günlük yokluğumda!

Birde paso blogumla uğraştım soğudum soğuycam o derece uğraştım. 10 yazı ard arda boru değil. O yüzden uzun bir süre baş baş =)

84

Bayan vokalleri seviyorum lan. Tori Amos mesela, hiç bir vokal benim için bu kadar değerli değildir. Seviyorum lan kadını, çok tatlı huzur veren bi sesi var, ayrıca kızıl ehi =)

Sonra Özge Özkan var Catafalque’ın vokali. Archangel’s Touch parçasını ilk dinlediğimde sesine kulağıma inanamadım! İnsanın içine işleyen süper ötesi tatlı bir sesi var yahu. Sonra Butterfly Inside da daha bir tatlı ton vermiş sesine, dinlerken kendimden geçtim. Bu arada “katafalk gotik gurup lan, gotik misin sen” diyene kafa göz dalarım!

Bunlar dışında Vega’nın vokalisti var güzel biraz, sonra Lacuna Coil’inkini de çok severim ki… vardır daha başka…

83

Lan lan! Çok eski bir duyguyu yaşıyorum şuanda; "internet cafede sıkışıp da tuvalete gidememek" =) Evet beybi, benim için çok eski ve özel bir duygudur. Lisedeyken okulu kırıp veya dershane çıkışı cafelere gidişlerimde çok yaşamışımdır bunu. Ancak onların tuvaleti çalışıyordu buranın çalışmıyormuş, ne bok yicem ben 23'e kadar beybi? Artık otobüs garına kadar tutacaz ne diyem mahmut mu diyem?

82

Yahu Ekşi sözlükte hala çaylağım ben! Onay bekleyen çaylak da değil, 10 entrysini tamamlayamamış çaylağım! O 6.yazıdaki İzmirli insanla tanıştığım sözlükte çok pis yazardım ben. Sonra sözlük kapandı ben bu sözlük olayından öyle bir soğudum ki kaç ayda ancak 5 entry girebildim. Zaten tüm her şeyimi sevgili bloguma döktüğüm için oraya da pek bir şey kalmıyor, hadi onu geç sözlük formatında cümle kuramaz oldum. Özlüyorum aslında lan! Tekrar aynı formuma karışabilsem keşke...

81

Hani MerFee vardı ya Flickr'da, profiline baktım öylesine, bir link gördüm blogu varmış meğersem. Ocak'tan beri de yazıyormuş meğersem. Fotoğrafları gibi çok da eğlenceli hem. Otobüsümün kalkmasına 2,5 saatim varken vakit geçirmek için süper oldu valla.
Almanya'ya gelmişiz meğersem =P

80

İkidir rüyamda makine inceliyorum ama makinenin vizörü çok salak. Böyle baktığında pozometre değerlerini görmek için biraz yukardan bakman gerekiyor ama o zaman da kadrajı göremiyorsun falan. Hem makine de D40'dı heralde ehehe. Hatta Kutay vardı yanımda da.

O değil iki kez neden gördüm ki aynı rüyayı? İki kez aynı rüyayı görmek ne demek ki? Asıl o değil makine neden D40 ulan? Yok abi ben bu vizör olayına baya taktım...

79

Lise'de Beril diye bir kız vardı. Tüm diğer ilginçliklerini bir kenara bırakıp tek bir özelliğine değinmek istiyorum; “Ram” yetmezliği! Evet bildiğimiz ram, böyle bilgisayarlardaki geçici sanal bellek var ya, o.
Aslında konuyu tüm öğrenim hayatım boyuncaki (boyuncaki'nden başka kelime kuramadım lan) gözlemlerimi Beril üzerinden aktarıcam.

Konu gayet basit, hoca bir şey yazdırıyor herkes gayet güzel yazarken bu kız hep geri kalıyor. Neden? Ram’i yetmiyor kardeşim. Kısa süreli x kadar bilgiyi aklında bir süre tutabiliyor fakat x+y ye çıktımı bilgiler, ya da hoca birazcık hızlı söyledi mi veya kız biraz geç kalsa yazarken hemen "ay bidakka" diye çığırıyordu. Sonra etrafından gelen "hep geç kalıyorsun ama bıdı bıdı…" tepkilerine laf yetiştirirken "overflow" oluyor arkadaş, tümden gidiyor aklındakiler de....

Şimdi bunun nedeni bu sevgili arkadaşımızın x değerinin normalden az olması. İnsan beyni belirli bir zaman için ortalama 7 değişken saklayabiliyor diye biliyorum. Şimdi beril'de bu 3 desek sınıf genelinde 5 desek her şeyi daha iyi anlamış olursunuz. Yani iddia ediyorum ki insan beyninde de ram vardır!


Not: Evet "iddia ediyorum" serime de başlıyorum yavaşan. Ayrıca yazının sonunu getiremedim, saçma kapadım biraz =)

78

Sakarya caddesindeki ağaçlar canlı değil mi şimdi? Döverim olum sizi! Ağzınıza sıçrarım lan!
Kimisinin susuzluktan yaprakları yanmış,yarısı kurmuş kısmen ölmüşler, kimisi tümden ölmüş zaten. Yazık olum canlı lan onlar! Suluyoruz ayağına ne döküyorsunuz köklerine? Ya da suluyor musunuz? Dikkatli bakın Sakarya’dan geçerken, kaç tane "sağlam" ağaç göreceksiniz...

77

Adana'da duvarlara "ADS"(Adana demir spor) yazıyorlar paso. Başkaları da bunların sonuna "L" ekliyorlar paso. Bildiğimiz ADSL'den başka bir anlamı var mı bilmiyorum ama her görüşümde "ÇARŞI" yazılarının "PİÇARŞI" olarak değiştirilmesine benzettim paso. Ne bilim saçma işler ki…

76

Adana’dayım ki ben. Yaz okulunun finaline geldim, 5 yıldızlı ordu evini bırakıp gittim yurda yerleştim. Neymiş efendim “çok geriyormuş öyle lüks yerler beni” mazereti üstünden “saçlarım uzadı olum almazlar şimdi, kestirmem de artık” bahanesiymiş.
Bu ne sıcak olum lan? Bu ne nem lan? Hayır bide yurdun en üst katındayız, esiyor ama saf nem esiyor lan! 1 günde özledim Ankara'mın kuru havasını. Ha birde ordu evindeki 37 ekran televizyonu. Televizyonsuz zaman geçiremiyorum ki.
Finalin nasıl geçtiğini bilmiyorum ama hocayla konuştum bana yetecek notu verecekmiş, çok feci mutlu sevindim lan! Verin elinizi öpem hocam falan...
Sonra o heyecanla eşyaları aldım, çıktım yurttan gittim "otbüs yazaaane"sine. Lan? En erken otobüs 23:30 da varmış. Arkadaşla buluştum yemek yedim, şimdide internet cafede bu satırları yazıyorum. (Pis geyik yapmak güzel ara sıra)
Hayır o değil 1 tane fotoğraf çekemedim, yine gece yolculuk yapıcam yine çekemiycem ki...
Bu arada bu cafenin koltuklar da şahaneymiş. Böyle arkaya doğru baya yayılabiliyorsun güzelce eheh.

Gelelim birkaç teknik konuya.
En kısa zamanda sayfanın temasını değiştiricem. Bu ne olum böyle paragraf için boşluk bırakıyorum yayınlanınca kayboluyorlar. Temadan değil de neyden bu?
Sonra bu "kim yazsın" olayı yemedi, yapacağımı sanmıyorum. Böyleykene böyle...