423


N-delüü
K-delüü
N-naban la?
K-nabam sen naban?
N-nabam
-…”
Karşı Blok/Nesnel İleti 2009

Tüm sene böyle geçti.

422

Battlestar Galactica’yı tekrar izlememek için kendimi zor tutuyorum. Olur olmaz zamanlarda aklıma Laura Roslin’in Blood on the Scales bölümündeki “No! Not now, not ever” ile başlayıp “i’m comin for all of you!” diye bitirdiği konuşması geliyor aklıma. Az önce o sahneyi tekrar izledim de hakikaten muhteşem(ağhsım!) lan.

Diziyi Cnbc-e’de bölük pörçük izlerken bu kadar kaliteli olduğunu farketmemiştim. Hatta o kadar bölük izledim ki senaryosunu bile yanlış anlamış, filonun uzun yıllardır uzayda dünyayı arayarak yaşadığını sanmıştım. Televizyonda final bölümünü izlerken anladım ne kadar izlenmeye değer olduğunu. Böyle bir şeyleri çok övmek sık yaptığım bir şey değil ama BSG hak ediyor be. Hatta iddia ediyorum her yönüyle herkesin sevgilisi Lost’un eline verir, o derece.

Ne kadar tekrardan izlemek istesem de yanıma izlerken benim gibi zevk alacak birini bulmadan izlemiycem, işte o kadar. Ama onun yerine şimdi 78 ve 80’deki ilk yapımlarını izliycem niehehe… Çok fazla bir beklentim yok ama olsun be. Ayrıca soundtracklerini de indirdim dinliyorum, oh mis…

421

Hakkında hiçbir şey bilmediğim filmleri izlemek daha eğlenceli. Yeter ki izlemeye değer olsun.

420

Asidi kaçmış kolaya maden suyu katınca şarj etmiş gibi eski haline dönüyor diyecektim ki, önceden demişim meğersem.

419

Neden tırnak makaslarını yıllardır ergonomiden uzak bir tasarımla üretiyorlar ki?

418

Paranormal Activity isimli film tamamen vakit kaybı, başka da bir şey değil…
Demek ki neymiş, ismini bir iki yerde duydun diye izlemek yanlışmış.

417

Şaka maka animelerler içinde büyümüşüz ya lan!

416

Negro’yu üretimden kaldırmasınlar lan! Yılda sadece 2-3 defa yesem de çok seviyorum. Kurabiyesiyle aynı hamurdan hayvanlı küçük şeylerden yapmışlardı, onu da çok sevmiştim. Tüm olayı kurabiyesinde onun. Böyle dişlere süper şekilde yapışmasını bile seviyorum be!

415

İnsanlara isimleriyle hitap etmeyi öğrenmem gerek. Konuştuklarıma abi, olm, lan, şş diyerek geçiniyorum resmen. Ne bir isim ne bir şey…

414

Bilgisayarı yeniledim, şimdiki oyunları fullde oynuyorum bebek. Önceki makinemde zamanın oyunlarını fullde oynayamadığımdan çok içimde kalmıştı. Hatta tekrar oyun dergisi almaya bile başladım.

388
’de Fallout 3 özlemimden bahsetmiştim. Hemencecik 5 ek paketi de bitiriverdim. Zaten toplamda 103 saat oynama süresinden sonra da level 30’dan yukarı çıkamayınca da kapatıp daha da bakmadım yüzüne ama silmedim. Silinir mi lan?!

Sonra hemen gittim Cod: Modern Warfare 2’yi aldım, onu da hemencecik bitirdim. Yanız adamlar neredeyse sanat eseri yapmışlar be. En çok gizlice ilerlediğimiz karlı bölümlerden zevk aldım. Bir de Favela’nın sonunda helikoptere atlamak için hayvan gibi koştuğumuz vakit. Öyle ki istemsiz olarak “AĞĞHSIM!” dedim, o derece.

Sacred 2’yi falan almaya hiç yeltenmedim bile. Zira oyunlar da artık vakit kaybı gibi gelmeye başladı. Özellikle Rpg’ler yapı gereği çok fazla vakit istediğinden onlardan uzak durmaya çalışıyorum. Yoksa Fps dediğin nedir ki en fazla 2 gün eheh…

Şimdi ilk fırsatta Dragon Age: Origins’e dalıyorum. Seversem Diablo 3 gelene kadar onla oyalanırım, sevmezsem de sevilecek bir şeyler çıkar elbet. Aslında hali hazırda Neverwinter Nights 2’nin save dosyaları duruyor ona devam edeyim dedim de oyunu bıraktığımdan bu yana 3 ay falan geçtiğinden eski havayı yakalayamadım.

Bu arada, eski bilgisayarı da bizimkilere vererek onların kullandığı 13 senelik süpersonik makineyi sonunda emekliye ayırmış bulunuyoruz. Aslında ondan o kadar nefret ediyordum ki önceden sürekli “şununla işimiz bitse de işlemcisini anahtarlık yapsam” diyordum. Çok sorunlu makine değildi ama Win98 kullandığından ve bizimkiler onu kullanmasa benim bilgisayara ortak olacakları için mecburen bakımıyla uğraşmaktan gına gelmişti. Sonradan düşündüm de 13 yıl boyunca donanımsal olarak hiçbir sorun çıkarmayan bilgisayarın işlemcisinden anahtarlık yapmak saygısızlık olur, en güzeli çerçeveletilip asılmalı.
İşlemci de cillop gibi 233Mhz Pentium haa!

Edit: Diablo 3 2010'da gelmiyorumuş lan! Amaan, napak hayırlısı... Süpriz falan yapsa bari be?

413

Kahvenin içine bitter çikolata atınca hiç güzel olmuyormuş lan, hiç hem de.

412

Az önce Scrubs’ın 8. sezon finalini izledim. “Lan lan noluyo hakkaten böyle mi biticek ama daha 9. sezon var nere gidiyolar laaan!?” derken neredeyse ağlatarak bitti, iyi ki de böyle değişiklikle bitti. Janitor’un dediği “değişiklik değişikliği getirir” lafının ne demek olduğunu sonradan anladım tabi.

Yanlış hatırlamıyorsam 1 ay önce izlemeye başladım. Bir oturuşta sezon bitirdiğim de oldu, özleyim biraz diye ara verdiğim de oldu. Bölümler elimin altındayken özlemek için ara vermek. Bundan sonra en çok J.D.’nin eagle diyişini özlüycem lan. iigııııl… Aslında 8 sezon içinden o kadar çok özlenecek şey var ki sayamam. Sayarım aslında da ne gerek var lan.

İlk 2 sezon içinde Himym’den daha çok seveceğimi fark etmiştim. Tek nedeni de gülme efektleri olmadığı için gülmem bitene kadar yarılabiliyordum. Himym’de efektle birlikte gülmeye başlayıp bitiriyorum neredeyse, rahatsız edici, neyse. Evet, Himym’den daha çok seviyorum lan. Değecek bir dizi çünkü. Sonradan anladım ki neden sadece gülme efektleri değil. İyi ki izlemeye karar vermişim.

Şimdi, 9. sezonu yakaladığıma göre her hafta yolunu gözleyerek izleyebilirim. Bundan sonrasını da aynı kalitede devam ettireceklerine eminim. Ettiremezlerse de napalım lan, önceki 8 sezon boru mu?
iigııııl!..

411

Fark ettim ki, mektup sonlandırmak düz yazı sonlandırmaktan daha zormuş.

410

Bir heves Kyle XY’a başladım ama başlamaz olaymışım lan. Ben hayatımda bu kadar mal bir yapım görmedim. Senaryoya diyeceğim yok, temel gayet sağlam ama sonlara doğru onu da batırdılar. Üstelik bölüm başı ortalama 2 kritik hata var lan. Ortalama 2! Üstelik dikkat etmememe rağmen göze sokarcasına duruyor orada. Kimse de “abi bak burada mantık hatası var, senaryo hatası var” dememiş mi? Dediyse kesin yapımcı susturmuştur masraf çıkarmasın diye. O derece saçma hatalar var…

Yapacağın işe sıçayım abc! Ulan götler bari finali adam gibi yapaydınız lan. O kadar 43 bölüm çekip finali bırakmak olur mu lan! 30 saatimi resmen boşuna harcadım lan. Bundan sonra izlediğim dizi bozarsa aha düzeldi aha düzelir diye devam etmem lan.

Ya ben, lan neyse tamamnaskym…

409

Sonunda temayı değiştirdim ya, çok rahatladım be.

408

Sinir patlaması yaşayan insanları izlemeye bayılıyorum lan. Mesela Scrubs’daki Dr.Cox ve en güzeli Professor Layton serisi. (1. 2. 3. 4. 5.)

Aslında bunu önümde yapsalar gerilirim be.

407

Kedilerden bahsetmişken, beynimin derinliklerine gömdüğüm bir travmayı hatırladım. Hakkari’deydik, 1. sınıfa falan gidiyordum o zamanlar. Bir kedi yavrusu bulmuştuk arkadaşla. İkimizin de annesi eve almamıza izin vermemişti. Mecbur dışarıda bırakacaktık, kazan dairesine koyduk eve gittik. Gece köpek havlamaları falan duymuştum. Ertesi sabah ise kazan dairesinin çok uzağında kedinin köpekler tarafından boğulmuş vücudunu bulmuştuk.

O yaşta aklıma böyle bir şey geldi mi gelmedi mi bilmiyorum ama bunun nedeni annelerimizin kediyi eve almamıza izin vermemesiydi. Eğer almış olsaydık o kedi köpekler tarafından boğulmayacaktı. Yine de onların eve almama nedenleri de büyük ihtimal kendi yavrularını korumalarıydı.

Bunu en son 10 yıl önce falan arkadaşlarıma anlattığımı hatırlıyorum ama o zaman bile böyle düşünmemiştim. Teee o zamanlarda yaşadığım olayın şimdi bende böyle etki yapmasına ne demeli?

406

Yerden geçen sıcak su borusunun üstünde kedi gibi ayaklarımı ısıtırken etrafı incelemek çok eğlenceli. Her zaman gördüğün kendi evin ama eğlenceli işte…

405

Yanıma yaklaşmaya korkan kedileri hiç sevmezdim. Hatta onlara yaklaştığımda kaçmaya başladıklarında “vay göt” diyip yoluma devam ederdim. Bunun için artık kedileri değil insanları suçluyorum. Genelde pisipisi diye çağırmaktan çok konuşarak çağırmayı tercih ediyorum. Çünkü eskiden olduğu gibi insanlar kedilere yemek vermek için çağırırken söyledikleri “pisipisi” artık onları ürkütüyor. Eğer bir insanın azından o tıslama sesi çıktığını duyduklarında direk alarma geçiyorlar. Hatta direk topuklayıp kaçan kediler bile gördüm, o derece.

Mesela Trabzon’da olduğum süre boyunca onca kedi görmeme rağmen bir tek kedi yanıma geldi. O da balıkçı barınağındaki 5 kedinin içindeydi. Diğerleri öyle ürkek ki, davranışlarından adeta gitsem mi gitmesem mi diye kararsız kaldığını anlayabiliyorum. Diğerleri gelmek istiyor ama içgüdüleri engelliyor bu da adeta “ne var olm işte zarar verdiği yok ki” dercesine onlara bakmasına rağmen hala o kararsız bakışlarla bana bakmaya devam ediyorlardı ancak bu sefer tetikte olmaktansa bir yere oturup bakıyorlardı.

Gözlemlediğim kadarıyla annesinin insanlarla arası nasılsa yavrusunun da öyle oluyor. Zaten hayvanlar bunları kendisi tecrübe etmeye kalksa hayatta kalmaları çok zor. Bu evimize ilk taşındığımızda camımıza bir kedi gelirdi sürekli. Baya bir süre dışarıda besledik. Hatta kışın karton kutu içine minder ve sıcak su dolu kavanoz koyardık orda uyurdu. Hamile olduğunu fark ettikten sonra birden ortadan kayboldu. Ardından çöpte kutu içinde daha göbek bağı düşmemiş bir yavru buldum annem de eve almama izin vermişti. Aynı önceki beslediğimiz kediye benziyordu, hatta onun yavrusu olduğuna emindim. Büyüdükçe annesiyle benzerlikleri de çıkmaya başladı. En sonunda ise birden ortadan kayboldu.

Yazıların sonlarını bağlayamıyorum ya, hakikaten üzüyor bu beni lan.

404

Yemekte acıyı hiç sevmem. Bir anda beyindeki tüm sinirler ağızdaki sürekli yanmaya odaklanmışken ben yemekten nasıl zevk alayım ki? Üstelik acı ve baharat imgesi beynimde oluştuğu veya gördüğüm anda psikolojik olarak burnum terliyor benim. Eskiden yoktu bu, kendi kendime psikolojik alerji ürettim. O derece sevmiyorum acıyı. Şu an bile terledi burnum. Ama oturup sadece acı biber turşusu yediğim olur o başka…

403

Karabatak kadar izlemesi zevkli olan bir kuş yok lan. Her suya daldığında nereden çıkacağını tahmin etmeye çalışmak, uzun süre çıkmayınca da “aha boğuldu mu lan yoksa eki eki” derken birden ortaya çıkması. Üstelik çıktığı yerin de tahmin ettiğin yer olmaması, bu sefer tutturcam diye tekrar dalmasını beklemek falan…
Geçende arabadayken ağaçta gördüm bunları sürü halinde, gayet garip bir andı.

402

Doktor Oetker reklamlarını yenilemeli artık. Hani şu kremşanti reklamı var ya, işte o reklam ben orda oynayan kızla yaşıtken çıkmıştı. Ben de aşık aşık izlerdim o zamanlar. Yaklaşık 10 yıl falan oldu galiba hala aynısını gösterip duruyorlar. Her 2 günde bir karşıma çıktığında da bi garip oluyorum lan. Kaldırın şu reklamı yoksa ben de sizin küçükken aşık olduklarınızı bulur karşınıza çıkarırım her gün.

401

-Sen de yüzünü böyle gerdirmek ister misin?
+Nasıl böyle mi? Hayır gerek yok, benim sarkmaya karşı önlemim var.
Yeni loreal revitalift bikbik bik…

-O zaman düşün bakalım neden sana böyle bir soru sordum. Demek ki kullandığın işe yaramıyor.
+…

Şöyle mal mal ithal reklamları yayınlayıp durmasalar keşke...

400

Meeh, 400. yazı işte…
Uzun süredir bunun yazısını yazmaya da üşeniyorum ha. Hatta bunu yazmadığım için yayınlanacak bir sürü yazı birikti.

Blogla ilgili bir şeyler demek gerekirse, bir aralar yazılara tag koyuyordum, sonradan sıkıldım bıraktım. Sonra yandaki izlediğim blogların linklerini kaldırdım. Çünkü onlardan çok daha fazla okuduğum blog var. Bir de hala temayı değiştirmeyi düşünüyorum. Hatta bir ara wordpress’e geçmeyi de düşündüm de, burada yazılarımı yayınlamaktan başka yaptığım bir şey yok. Yani çok interaktif şeyler yapmıyorum. Wp’de işime yarayacak çok da bir şey olmayacağından vazgeçtim. Fikrimi değiştirebilirim de belli olmaz. Hele bi temayı değiştireyim de o zaman düşünürüm.

Bu arada merak ediyorum da, acaba 164 kişi içinden veya dışından kaç kişi yazılarımı okuyor? Demek isteğim gerçekten okuyor?

399

Trabzon’a geldiğimden beri sivrisineklerle boğuşuyorum. Bir de çok seviyor bunlar beni. Öyle böyle değil hem de. Mesela aynı odada gelir bana saldırırlar, pike yaparlar falan. Sabah uyanırım 3-5 yerimden ısırılmışım başka kimseye dokunmamışlar.

Ben tabi bana olan bu sevgilerini onları öldürerek geri ödüyorum. Aslında börtü böcek öldürmeyi sevmiyorum. O da canlı lan, ölürken ne hale geldiğini tam göremiyoruz diye acımayalı mı? Bir yandan da hayranım hayvanlara ha. Havadayken bir görüyorsun tam elerini hazırlıyorsun vurmak için o an çat diye kayboluyor. Hatta tutturabilsen bile elinin havası yüzünden ezilmekten kurtuluyor falan. “Ulan bir gün bunlardan birisini kanımı emerken izleyebilirsem onu öldürmüycem” demiştim. 2 gün önce ayak bileğimde 5 ısırıkla uyandım. Ertesi günü bilgisayar başında otururken 5 tanesini peş peşe öldürdüm. Öldürdüklerimin hepsi toktu. Zaten tok olmasalar gözükmüyorlar işte. Sonra kalktım televizyonun başına oturdum. Bir tanesi de ara ara suratıma pike yapıyor sonra kayboluyor. Sonra bir daha gözüktü, ben elimi kaldıramadan zzip diye sağ başparmağımın eklemine kondu. Lan en son bir yerime sivrisinek konduğunu gördüğümde küçücüktüm, okulda öğrettikleri yüzünden beni sokarsa sıtma olurum diye korkup nasıl emdiğini izlemeye korkmuştum. O an bir heyecan bastı ama konduğundan değil konduğu yer yüzünden. Bilen bilir eklemden soktuklarında oranın kaşıntısı daha pis oluyor. Neyse artık katlanıcaz dedim.

Soktu iğneyi, 15 saniye falan geçti, ben zannediyorum ki hiç bir şey hissetmiycem. Baktım öyle mal mal duruyo, emdiği de yok, yaklaştırdım yakından inceliyorum. Sonra emmeye başladı, kan arkasında toplandı falan. Arada da South Park’a bakıyorum, tam zamanında geldi soktu hayvan. Sonra birden bire sanki hiç bir şey olmamış gibi uçtu gitti.

Bir gün sonra birini öldürdüm, galiba oydu lan. Baya besiliydi. Kendi ellerimle beslediğimi tanımayacam mı? O değil de kasımda geldik hala günde 5 tane falan öldürüyorum lan bu ne böyle! Neyse ki bir haftaya dönüyorum Ankara’nın sivrisineksiz hava sahasına.

398

Filmleri, dizileri tekrar tekrar izlemeyi sevmem. Zaman kaybı gibi geliyor. Ancak yanımda birlikte izleyecek biri olunca izlerim.

397

Şöyle güzelinden bir telezoom lens alırsam bizimkilerden birini gizlice sabahtan akşama takip edip fotoğraflarını çekicem. Kötüsünden olsa da olur, yine çekerim. Sonra “olüm gün boyu peşindeydim ruhun duymadı lan” diye yüzüne vurucam fotoğrafları. Hatta böyle siyah beyaz baskı alıp zarfa koycam ki tam olsun ehehe…

Tanımadığım birini niye takip edeyim ki? Hadi ettim o fotoğrafları napayım, di mi?
Zevki olmaz…

396

Uzun rüyayı sonlandırabilmenin verdiği huzurla gözleri açmak kadar güzel bir şey yok.

395

Hiçbir partiye güvenememek çok acı bir şey lan.

394

Tarih derslerinde gelecek de işlenmeli.

393

Saç yok sakal yok pas parlak oldum. Sakal var, duruyor da yanaklar sinekkaydı. Saçlar da baya kısaldı. Baktım adam güzel kesiyor ses etmedim. Evdekiler bakıp bakıp sırıtıyorlar. Gönül ister ki uzatayım arkadan toplayayım ama öyle kontrolden çıkıyor ki beni ele geçirecek diye korkuyorum. Ne şekil alıyor ne bişey… Tam arkadan toplamaya 1 ay kalmıştı ki kestirmek zorunda kalmıştım. O zamanlardan bir fotoğrafıma baktım, bildiğin aslan yelesi lan. Nası yaşıyormuşum ben bunla dedim.

392

Ne zaman “not good enough” cümlesini duysam elime kırbaç alıp “Kıpşşş” diye şaklatasım geliyor, Marshall saolsun…

391

Silentium’u Kontes’in attığı Heart Unyielding ile tanıdım. Sonra “oha tüm şarkılarında bu bayan vokal varsa yenir ki bu” diyerek şarkının bulunduğu Sufferion: Hamartia of Prudence’ı indirdim. Evet, erkek ve brutal vokallerle karşılaşınca hayallerim yıkıldı ancak konsept albüm olması ilgimi çekti baştan sona dinliyim dedim. Zira bir grubu beğenip beğenmediğime herhangi bir albümlerini indirip baştan sona dinleyerek karar veririm. Bir iki şarkıyla olmaz o iş. Hem tutup tek şarkıyı da çevire çevire dinlemem.

Albüm evet, çok güzelmiş lan. Şimdiye kadar konsept albüm olarak dinlediğim sadece Blind Guardian’ın Nighfall in Middle-Earth vardı. Brutal vokallerle pek haşır neşir olmasam da hikayenin işlenişi, aralardaki kayıtların kalitesi, arka plan sesleri falan içine çekiyor lan adamı. Böyle oturup baştan sona dinlemek gerekiyor. Hatta peş peşe dinledikçe konuyu daha iyi anladıkça daha da sevdim. Sadece tek parçası dinlenecek bir albüm değil…

390

“jack of everything, master of nothing” sözünü duyduğumda bir hafta boyunca kafamda yankılandı durdu. Türkçede tam karşılığına gelen atasözü var mı bilmiyorum ama anlamı her şeyden bilip hiçbir şeyin ustası olmamaya geliyor ki bu benim.

Şu yaşıma kadar uğraşmadığım kıyısından köşesinden ilgilendiğim çok şey oldu, olmayanlarla da ilerde ilgilenicem. Sonuçta uzak durmam gerekenleri öğrendim ancak üstünde durmam gerekenlere de karar veremedim. Bu kararı insanın lise çağlarında verebilmesi gerekiyor ki ona göre üniversite okuyup sevdiği işi yapabilsin. En fazla yapabildiğim teknik konularda, mekanikte, el becerisi gerektiren şeylerde iyi olduğum ve sayısalda kötü olduğuma kesin karar kılmış olmam. “Teknikte mekanikte iyiyim makine mühendisi olayım ehe” desem matematik yok. Ayrıca bilgisayar teknolojileri ve programlama mezunuyum ama aynı şekilde hala sayısal yok. O halde nasıl mezun oldum?

E be adam madem sayısalın kötü ne diye lisede MF seçtin de böyle durumlara düştün? “O zamanlar kimse elimden tutmadı, geleceğim konusunda yol göstermedi” geyiğine girmem çünkü ben ilkokul 3’den beri “büyüyünce ne olacaksın” sorusuna “ya elektronik ya bilgisayar mühendisi” dediğimde “ama onlar için çok çalışmalısın, matematiğin iyi olmalı" cevabını almama rağmen hayattaki en kesin ideallerimden birisiydi. Sonraları bilgisayar ağır bastı tabi. MF’yi de başıma gelecekleri tahmin edip göze alarak seçtim. Ancak sürekli söylüyorum, söylemeye de devam edicem “MF yerine EA seçseydim kesin reklamcı olurdum!”. Neyse sonuçta bilgisayar programcılığına kapağı attım ancak açıkçası bir bok öğrenmeden mezun oldum, yaa.

Mesela şu aralar parça toplayarak kendi fotoğraf makinemi yapmaya uğraşıyorum, aradığım şekilde metal bulabilirsem sadece portreler için reflektör projem var, para bulursam çelik telle 6-1 zincir zırh yapıcam. Sonra malzeme temin edebilsem amatör roketçiliğe başlıycam, bir ara ekran kartıma su soğutma sistemi yapıyordum ki vakit ve nakit yetersizliğinden yattı. Yine param olsa da malzeme alabilsem, kuyumcu atölyesi kurup takı tasarımına girerdim. Öyle incikli boncuklu da değil, böyle kalıplı malıplı, eritmeli meritmeli, dövmeli mövmeli, emmeli gömmeli eheh… Bir de tuğladan ocak kurup, ham çelik alıp kendi kılıcımı yapmayı düşündüm ama ocak için yer bulamadım lan. Mesela 6-7 yaşındayken oyuncaklardan söktüğüm motorlarla asansör falan yapıyordum. Sonra 4 yıl içinde 5-6 farklı spor dalıyla uğraştım mesela. Aralarında en sevdiğim okçuluk oldu ki bu da aralarında en çok el göz koordinasyonu isteyendi, o yüzden sevmiştim. Okçuluğa devam etmeyi çok istedim de taşınınca yeni eve çok uzak kaldı lan… Değiştirmek demişken şimdiye kadar 4-5 okul değiştirdim. Tabi bunun hiçbir getirisi olmayıp sürekli uyum sağlamaya çalışmaktan mal oldum, tonla götürüsü oldu. Belki de temelim sağlam olmadığı için sayısalımın zayıf olmasının nedenlerinden biri de budur ha? Sadece izleyerek bu teknik konuları çok iyi kavrıyorum mesela. Beni ormana sal, sırf Ultimate Survival’dan gördüklerimle hayatta kalırım ki mesela. Bana malzeme ver, sırf OCC’de gördüklerimle motor birleştiririm ki mesela. Biraz kasar belki ama yaparım lan, ne ki eheh… Ortaokulda bu özelliklerimi pek bilmiyordum tabi, ablam önceden görmüş de aşçılığa ağırlık vermemi söylemişti. Kulak asmamıştım tabi, şimdi ne zaman salata yaparken doğradıklarımı televizyonda ustalardan gördüğüm şekilde hızlı hızlı aynı boyda dilimliyorum. İzleyerek öğrenebiliyorum demiştim eheh…

Kafede oturuyoruz, aklıma bir şey geliyor, anlatıyorum hemen karşımdakine “bak şimdi şunun için şöyle bişi yapsak, hatta şunlardan kullanılır yaparken haa, hatta…” diye hatta’ları uzattıkça garip garip bakıyor, he deyip geçiyor falan. Tanıdığım çoğu insanın aklına iğne deliği fotoğraf makinesinden yola çıkıp el yapımı kompak makine yapmak gelmiyor tabi. Gerçi benim gibi olan Harun var sadece. O da böyle ancak o da bilgisayar mühendisi, onun sayısalı benden iyidir ancak o da memnun değil ha…
İşte, ben bu tür şeyleri yapmaya yatkınken, bu yeteneğimi kullanmak için bir meslek seçmekte de başarılı olamadığımdan zaten mezun olduğum programcılığa ağırlık vermeye karar verdim. Yazıda neler anlattım sonunda ne söyledim görüyor musun?
Lanet olsun sayısala, lanet olsun yeteneğimizle değil de ezberimizle sınayan sisteme…
“Nalet olsun atom fiziğine!..”

389

Doğadan poşet çay reklamı çok “şey” olmuş. Konusu klasik, çoğu reklamda kullanılmış olan “tadıp tahmin etmece” üzerine, buradan kaybediyor bir kere. Üstüne de düzgün uygulamayıp mantık hatası yapıyorlar.

Şimdi ortada iki bardak var, altlarında neyin ne olduğu yazıyor, bilirkişi de bunları tadıp hangisi olduğunu tahmin etmeye çalışıyor işte. İlkini içiyor ve hemen kaldırıp bakıyor, tamam tutturdu demleme çaymış. Sonra ikincisine geliyor, bir bakıyor ki Doğadan poşet çay! Laaağn! Olum neyin reklamında oynadığını bilmiyonuz mu siz? Hadi diyelim söylemediler, sözleşmenizde falan hiç mi “poşet çay” ibaresi görmediniz? Birincisi demleme çıkınca ikincisinin ne çıkmasını umuyordun da şaşırıyorsun o kadar ha? Bu durumda o noter olayının inandırıcılığı zayıflıyor üstüne kahvedeki amcadan gelen yapay şaşırma “aaa” sı üzerine tamamen kayboluyor. Hadi orada noter var diyelim, çay içmeye mi gitmiş o noter oraya? Adamı gazırlar…

388

Bir gün Witcher oynarken çat diye ekran kartı bozuldu. Sonradan fark ettim ki meğersem kart çalışıyor ama anakart görmüyormuş. Ben de yeni kart almaya hazırlanıyordum ha. İyi ki fark ettim yoksa iki tane sağlam ekran kartı olacaktı elimde.

Neyse işte şimdi anakartın dandik bütünleşiğiyle idare ediyorum ama oyun falan oynayamıyorum tabi. Canım Oblivion, Fallout 3 falan çekerken Loreathan da iki yazıda bir Fallout 3 dedikçe daha da çekti canım. Dedim madem onları oynayamıyorum Diablo 2 yüklerim dedim. Daha tam oynayamadım ama ilk oynadığımdaki zevki alamadım sanki be. Çünkü aklım hep Sacred’a gidiyor oynarken. Diablo benzeri bir oyundu ancak oynanabilirliği daha iyiydi. Şimdi onu yükleyim desem çalıştırır çalıştırmasına da oyunun 2.sini çıkarmışlarken eskisini oynamak istemem, 2.sini de çalıştırmaz zaten.
En sona eski dost Heroes 3 kalıyor. Ankara’da olmadığımdan cdsi de yanımda değil. O cd olmadan yüklemem o oyunu. Orci Heroes 3 var olm bende, 3DO battığından ilerde koleksiyon değeri falan olur belki eheh. Neyse, zaten Ankara’da olsam anakartı düzeltmeye çalışırım.

Bu durumda ver elini Newgrounds.


Not:O değil de çok karışık oldu yazı, neyi nereye koyayım bilemedim. Yazı yazmayı unutmuşum resmen lan.

Not2: Anaaağm! Sacred 2’nin müzikleri Blind Guardian yapmış ya laaan! Şimdi çok pis oturdu içime ha… Neyse ki torrenti 20gb olmasıyla ekran kartım olsa da indiremeyeceğimden biraz rahatladım. 20gb ne lan?

387

Sonra, ahır kokusunu sevdiğim kadar marangoz kokusunu da severim ki.

386

Salyangoz kokusunu çok severim. Ancak o koku salyangozların bulunduğu yerdeki nemli çimenlerin kokusu mu yoksa salyangozların mı hiç bilemedim.

385

Dayı oluyorum laaan!

384

Sırf filmlerdeki gibi çatısına testereyle keserek sunroof açmak için külüstür bir araba alabirilim. Sonra sürrealist şekilde boyayıp alemlere akarız falan…

383

Yamuk ayna kadar pis bir şey yoktur. Neresinin tam olarak doğru görüntüyü verdiğini de anlayamıyorsun ki…

382

Küçükken saksı devirmek çok korkunçtur. Büyüyünce de korkunçtur aslında. Yere düştüğünde parça tesirli bomba gibi tüm toprağını etrafa yaydığını gördüğün an başından aşağı kaynar sular boşalır. O toprak parkelerin arasına¬, halının gözeneklerine dolmuştur, özellikle onları temizlemek için uğraşma düşüncesi korkunçtur. Hele küçüksen ve çiçeğe de zarar geldiyse ve o boyutta bir temizliği göze alamıyorsan yutkunup bir çırpıda anneye suçu itiraf edip başına geleceklere razı olursun, o derece korkunçtur…

381

Battlestar Galactica’da beni en çok etkileyen yerler S03E04’deki kurtarma operasyonundaki Galactica’nın atmosfere sıçrama sahnesi ve S04E17’de Kara’nın piyano başında şarkıyı çaldığı sahne. Tüylerim diken diken olduydu yeminlen…

380

Tetanos aşısı oldum. Artık istediğim kadar elime ayağıma bir şeyler batırabilirim, oh mis.
O değil de uykumu getirdi lan.

379

Selden sonra ortaya çıkan yağmacılara çok sinirlendim lan. Sopayla dövesim, akıntıdan mal yakalamaya çalışanların kıçlarına tekme atıp suya düşüresim geldi, o derece. Polis olsam sorgusuz sualsiz copla dalardım. Şerrrefsizler.

378

Köpeğim olursa adını jpeg koyarım.

377

Yazıyı yazıyorum, 1 dk sonra köşeden yeni yazı yazdı biri diye uyarı çıkıyor, “lan lan kim ne yazmış bağalım” derken bir bakıyorum benim yazım. Hep oluyor lan, öğrenemedim bi…

376

Oynatıcılardaki ekolayzır olayı çok saçma. Adamlar şarkıyı en güzel olacak şekilde düzenlemişler işte, ne diye iki saat daha güzel olsun diye ayarlamaya uğraşayım ki? Güzel olduğu da yok ha…

375

Sünnetimde alınan, çok sevdiğim atarim 2. sınıftayken birden simsiyah ekran verdiğinde ne hissettiysem şuan ekran kartımın bozulmasına da onu hissediyorum. Aslında anakart ekran kartını görmüyor, aynı şey.

Şimdiye biriken paramla misler gibi 22 inç monitör alıp “bi 80 daha biriktireyim de ekran kartı alayım, oh mis” derken anakart yaklaşık 150’lik maliyet çıkardı. Üstelik anakart alırsam ekran kartını yenileyemiycem. Böyle de çelişkili bir durumdayım.

Atarim bozulduğunda da tamirciye götürünce “beyni yanmış bunun” demişti, aynı şey lan.
Tabi sonradan yeni atari almıştım, yine aynı şey lan!

374

Lubitel 2’ye 35mm film takıp çektim fakat taramasını negatif tarayıcıda yaptırmak gerektiğinden ve kare başına hayvan gibi para istediklerinden yatıyor öylece yavrucaklar. Aklıma geldikçe içim gidiyor lan. Sen tut adaptörsüz 35mm tak sonra taratama…

373

Hani şişeyi alt dudağa yanlamasına koyup üfleyince ses çıkıyor ya. İşte maden suyu şişesini tam geğirecekken öyle tutup dudakları büzerek geğirmek çok zevkli oluyor. Hem basınçlı hava boşa gitmesin, yazık…

372

Pasif soğutucu gördüğümde üstüne fan takma dürtümü engelleyemiyorum.

371

Lan tüm kadrajlarım yamuk be! Ne lan bu! Küçücük vizör yüzünden kesin haa. Önceden böyle değildi. Paranın üstüne biraz daha koyup nikon alsaydım hiç dilse daha büyük vizörüm olurdu. Hatta ona vereceğim paraya biraz daha koyar fullframe neyim alırdım.
Oha.

370

Diziler bitti nihayet. Yapacak bir şey bulamadığımda izlerdim, şimdi böyle bir boşluktaymışımcasına garipleşmecelere girdim. Battlestar sonlara doğru baya garipleşse de güzeldi. Yıllar sonra adam gibi box setini de alırım bunun, oh mis.
Himym zaten güzel ki. Başlasa da izlesek…

369

Makineye yanlış başlık takıp sakala dalmak bambaşkaymış.

368

Bu pazar yıllardan beri ilk defa Ankara’yı gri görmedim. Ne havada tek bir bulut ne şehrin üstünde egzoz tabakası vardı.
Bugün fark ettim ki yeni kaldırımlara yine gıpgri granitleri döşüyorlar, yine…

367

Bir insanla tanışınca gün boyu, hatta ertesi günü bile onu düşünürüm. Aynı ortamda bulunduğumuz süre içinde söylediklerini, tonlamalarını, beden dilini, kimlere, neylere nasıl baktığını, söylediklerime tepkisini iyice düşünüp sentezlerim. Böylece ilerde neler yapabileceğini tahmin edebilmek için bir olasılık havuzum olur… Çokta bilinçli yaptığım bir şey değil ama rahatsız da değilim, zevkli lan. Ama 5-6 insanla tanışınca zorluyor haa…

366

Dershanedeki matematik hocalarımdan birisi konu açılınca “eskiden mizah dergilerindeki espriler daha kaliteliydi, okuduktan 2 gün sonra otururken birden anlayıp kopuyorduk” demişti. Nası olur ki lan ne anladım hemen anlamayınca diye düşünmüştüm. Bir gün durduk yerde şimdi hatırlayamadığım eski yazarlardan birinin çizimini anlayıp yol ortasında koptuğum an hocamın dedikleri aklıma geldi. Anında yararcasına güldüren veya okurken “ooo komik ki bu kesin” diye sürekli sırıtarak okunup aslında güldürmese bile surattaki önyargılı sırıtış yüzünden komik olmadığı itiraf edilemeyenlerden kat kat fazla zevk veriyor lan.
Tabi mizah kolay iş değil. Sen otur espri çıkarcam diye kas, ya da kasma o sana gelsin bu sefer anlatacak şekilde çizmeye kas falan… Onları geçtim eskilerin yaşamıyla şimdikilerin yaşamı arasında neler var ki böyle değişmiş işte.

Ne diyorum ki lan?

365

Teknolojik şeylerde “bunu alacağma ecük daha verir şunu alırım” demenin sınırı yok lan. Paran yetmese bile demeye devam ediyorsun…

364

Yaklaşık bir ay önce Zombi ile her zamanki gibi “çok” sıkılırken “lan hadi Ankara’daki blog yazarlarını birden toplayıp buluşalım” dedim. Önemli olan birden olmasıydı, “3 gün sonra şu saatte şurada” yazacaktık sadece. Tabi yapmadık, meğersem arkamdan planlamış yapalım dedi, eyi madem dedim.

17 Ağustos pazartesi 13:00’da Dost’un önünde, oköptmbye.

363

Merak ediyorum da, bozuk jelibon nasıldır acaba?

362

Yeni aldığım koltuk kafa yaptı. Nasıl bir yeni eşya kokusu yayıyorsa ne düşündüğümü anlamıyorum lan…

361

Balkondaki saksılardan birine marul tohumu düşüp büyümüş. Çok ilginç lan, “ben geldin yiyin beni” dercesine…

360

Düşündüm de kedi, saksağan, hamster ve kirpiyi aynı evde nasıl besleyeceğimi bilmiyorum. Hepsini geçtin en ütopiği saksağan.

359

İnterneti sınırsız yaptırdıktan sonra dizi izlemekten iş göremez oldum. True Blood’la başladım ki onun da bölümler 1 saatlik falan. Neyse onun sonunu yakaladım, her hafta çıktıkça izlicem. Sonra Battlestar Galactica’ya başladım ki her gün 3-4 bölüme rağmen hala bitiremedim. Bu arada How i met your mother’ın da tüm sezonlarını nihayet sırasıyla izlemeye başlayabildim. O da bitince Bsg’nin 78-80deki çekimlerini de izleyip bitircem bu dizi olayını.
Şaka maka çok zaman alıyorlar lan. Bak şimdi True Blood şimdilik 19 saat, Bsg ortalama 50 saat, Himym de 26 saat. Toplayınca nerdeyse 4 gün, yuh lan!

358

“Siz yine şanslısınız, biz eskiden yazıyla anlaşıp ifadeler için de küçük sarı kafalar kullanırdık.”

357

Otobüste camdan dışarı bakıyordum, birden fark ettim ki yanımda biri oturuyor! İlk defa yanıma hissettirmeden oturan biriyle karşılaştım.

356

Oyun oynama içgüdüsü çok ilginç bir şey. Birden bire eski anılarını kullanarak alakasız bir oyunu oynamaya yönlendiriyor. Üstelik o oyun hiçbir zaman yüzlü olmaz.

355

Küçükken çöpte kırılmamış floresan bulmak çok büyük bir olaydır. Her seferinde birisi onu sanki çok sert bir şeyi kıracakmışçasına karateci edasında konsantre olarak tek eliyle kırardı. Az bulunduğundan herkese nasip olmaz. Bana olmadı mesela eheh…

354

Üç gündür Guburuk’u WordPress’e taşımakla uğraşıyoruz, yoruldum lan. Hala da temanın bir sürü eksiği falan var. Ama güzel de oldu lan, sindi içimize.

353

Bir espriye gülmek için onu anlamak kesinlikle gerekmez.

352

İnternette bir sürü atom bombası denemesi videosu var ancak izlediklerimin hiçbirinde patlamanın sesini duyduğumu hatırlamıyorum, anca görüntü var emilim.

351

Dolmuşa binince cam kenarına oturup o camı kapatan insanlara NŞA’da sorgusuz sualsiz “budaklı meşe odunu” uygulanmalı.

350

Hee tamam şimdi 350. yazı olmuş. Bu 50. yazıları yazmak çok kolay ama nedense bekletiyorum, ondan sonra yazılacaklar da kuyruk oluşturuyor be. Bir de yazasım geliyor böyle sırada bekleyen yazı olunca. Hep geride bir tanesini tutarsam her gün bir yazı yazar mıyım ki? O değil 1 sene önce blogu ilk açtığım zamanlar içimde birikenlerin etkisiyle günde 20 yazı yazdığım oluyordu lan. Tamam sıktım ama baya abartık bi sayıydı yani. Şimdi arşivi güne ayarlayıp bakacak değilim…

Tamam lan baktım şimdi, günde değil ayda 20 imiş o. Zaten günde 20 yazı ne lan höh. Tabi 1 yıl öncesini hatırlamak zor. Ancak ağustos ayında 67 yazı yazmışım lan. Hayvan gibi yazmışım hakikaten. Gerçi çoğu tek cümlelik olanlardan ama hepsi ayrı şeyi anlatıyor olm ehehe… Böyle ikide bir 1 yıl deyip duruyorum ama hava atarmış gibi oluyor. Yapmam öyle şey. Yapacak olsaydım tam yıl dönümünü takip ederdim…


… neyse işte dedim olm ben de temayı değiştireceğime Blogger’ı bırakıp Wordpress’e neyim taşınırım ki, dört oda bi salon, ferah ferah oh. Hem duvarları da beyaza boyarım falan, he?


Edit: Lan o değil de zaten ayda 20 yazı yazıyormuşum ki. Eskisi yenisi yokmuş. Ne biliyim lan ben. Yazarım, döner götümü uyurum.

349

Şaka maka Metallica İstanbul konserinden bu yana tam 1 yıl geçmiş. Seneye de gelsinler lan!

O değil blogu açalı 1 yılı geçmiş ya lan, şimdi fark ettim bak eheh…

248

İçim dışım vampir oldu. Önceki Masquerade oyunundakilerle Vampire the dark ages oynamaya başladık, Moonlight’ı televizyondan takip ediyordum zaten, True Blood’u da yeni izlemeye başladım. Hayırlısı…

347

Hamster neyse de kirpi ve saksağan beslemek istiyorum.

346

İnsan ne garip lan, bebekken konuşmayı kendi kendine öğreniyor. O komplike dudak, dil hareketlerini yaparken verilecek nefesi ayarlamak falan…

345

4 tane eleman Rock’n Coke’un sponsoru Vodafone olduğundan “Vodafone bize sponsor ol” diye kampanya başlatmış. İstekleri yerine gelene kadar her gün gönüllü olarak reklam yapıyorlar falan. Videolarına çok güldüm lan, eheh.

Vodafone, bu adamların yaptıklarını görüp de koskoca ana sponsor halinle 4 bilet ayıramazsan topsun olm! Ha bunlara kıyak geçersek başkaları da ister diyorsan ki kesin böyle diyorsun, al bunları içerde de reklam yaparlar seve seve. Ya da yapmazlar lan ne biliyim eheh.

Facebook grupları
Twitterları
Friendfeedleri

Edit: Eheh muradlarına ermiş elemanlar. Seneye aynı stratejiye başvuruan bisürü adam türeyince vodafone veya diğer şirketler napacak acep.

344

50mm’yi aldıktan sonra çektiğim fotoğrafları sonra düzenleyip yayınlarım diye biriktirdim hep. Sıkıntıdan bari birikmiş fotoğraflarımı düzenliyim diye açtım arşivi, bi bok yok. Tabi olmaz lan! Dışarı çıkınca hep aynı yerlerde dolanıyorum, aynı arka planlar aynı insanlar hep. Aynı kareyi ikinci kez çekmem ben, niye çekiyim ki lan. Böyle olunca da içime sinen hiçbir şey çıkmıyor tabi. Ayrıca lensin ekmeğini benden çok arkadaşlar yiyor ha…

343

Ekşi de kedi yavrusunu döverek öldüren çocuk başlığı altında “bunu yapan insan olamaz” tadında çokça şey yazılmış. Yıllardan beri ilk kez yazar olaydım da ben de yazayım şuraya istedim.

Uzun zamandır bunu yazmayı da düşünüyordum aslında; evet ben de döverek kedi öldüren çocuklardanım. Karamürsel’deyiz, 5 yaşındayım böyle sokağa falan yeni çıkmaya başlamışım. Sokak dediğim de lojmanın bahçesi. Kömürlükte kedi yavrusu gördüm, daha önce hiç kedi gördüğümü de hatırlamıyorum, yavaş yavaş yaklaştım sevmek için ama o hem tısladı hem elimi cırmaladı! 5 yaşındasın ve ilk gördüğün kediyi sevmek için uzandığında sana zarar veriyor. Ayrıca hep miyavladığı öğretilen kedinin tıslamasıyla baya şaşırmıştım. Ordan uzun bir sopa buldum onunla dürttüm, vurdum “sen beni nasıl cırmalarsın ben sana zarar vermiycektim ki, al sana al sana” diye, mantığa gel. Lan ne bekliyosun zaten 5 yaşındaki çocuktan? Ne merhamet duygun, ne mantığın, ne başka bir şeyin gelişmemiş, en içgüdüsel şekilde hakeret ediyorsun. He yok aileler suçlu yok iyi eğitemiyorlar falan diyenler eminim sokağa pek çıkmamıştır küçükken. Zira sokağa çıkan her insan yavrusu elbet böyle bir olaya karışır. Herkesin en azından bir böceği “enee negüzel çıtırdıyo lan” diye “zevk alarak” veya “düşünmeden” öldürmüşlüğü vardır.

Sonra bir an durdum, kedişin haline bakıp “napıyorum lan ben” diyip eve kaçtım. Öldürüp öldürmediğimi bilmiyorum ama baya bi hırpalamıştım. Bizimkilere hemen anlattığımı sanmıyorum çünkü birkaç yıl sonra anlattığımda haliyle şaşırıp kızmışlardı. Bu olaydan sonra akıllandım tabi. Neymiş? Seni cırmalayanı öldürmek yokmuş, aferim. Yıllar boyunca ne zaman aklıma gelse vicdanım sızlar ama lan. Şimdi en sevdiğin hayvan ne sorusuna düşünmeden kedi diyorum.

Ben bu 5 yaşında el bombasıyla oynarken havaya atıp kafama da düşürdüm, kreşten bir kızla İstanbul’a kaçma hayali de kurdum, yaşıma göre çok ekşın dolu bir yıldı eheh.

342

Karşıma çıkan blog yazarlarının %80’inden fazlası İstanbullu. İnternetten tanıştığım arkadaşlarımın da %80’i İstanbullu. Ne yorum yapsam bilemedim…

341

Damacana maden suyu çıkartsalar alırım.

340

Ben 5 yaşındayken babam anneme yeni süpürge makinesi hediye etmişti. Hayatımda yaşadığım ilk canlı sürpriz olayıydı hatta. Annem süpürge yaparken makinenin arkasından sıcak hava çıktığını keşfetmiştim, dibinde durup ayaklarımı ısıtırdım. 16 yıldır ne zaman annem süpürge yapsa salak gibi sırıtarak ayaklarımı ısıtıyorum, çok zevkli lan.

339

Ayakkabımı bağlarken ellerime dikkat ettim de, ne kadar komplike hareket ediyorlar lan.

338

Küçükken yapacak bir şey bulamayınca boş dükkanların camlarına yapıştırılan gazeteleri okumak zevkliydi.

337

Ayrı ayrı iki kişiye de buluşalım dedim. birinin başkasına sözü varmış, değeri de çıkmaya üşendi, başka birine de ulaşamadım. Öyle evde kaldım evde, oyun oynuyorum falan. Sonra biri “Ice Age 3’e gidek lan, 3d hemde” dedi, olur dedim ama diğerine birlikte gidelim lan demeyi düşünüyordum o yüzden onu aradım “geliyon mu? Hee gel lan, koş, çabuk bak sonra gidemen” diye gaza getirdim. Beş dakika içinde işler tamamen tersine döndü, çok garipti.

Tabi sinemaya varıncaya kadar yer kalmamış, başka filme girdik, o da güzeldi güldük falan. Çıkışında da cumartesi ice age’e bilet aldık, oh bebek.

336

Havuç pişince tadı tamamen değişiyor lan, çok ilginç.

335

Tüm kibrit kutusunu yakmak kadar ziyan bir şey yok şu dünyada. Ne zevki var ne başka bişeyi…

334

Hanımeli ne güzel çiçek lan. Hem olağanüstü kokuyor, hem sarmaşık gibi, hem çiçeğini dibinden emebiliyoruz, hem de reçeli süper oluyor. Yolum üstünde 3 ayrı yerde var, hoşlandığın kişinin yanından geçecekmiş gibi yolumu değiştiriyorum. Nasıl bu kadar güzel lan…

333

Bilgisayarın başındayken kapıdan gelen anahtar sesini duydum. Elinde kesekağıdıyla içeri girdi. Yanımdan geçerken emredercesine mutfağa çağırdı, geçen seferki gibi donut aldığını sandım. Mutfağa vardığımda donutları bir tabağa koyuyordu. Bana baktı, bir buçuk adımda önüme geldi ve “bu böyle olmayacak” gibisinden bir şeyler mırıldandıktan sonra ani bir hareket yaptı, yüzü buruştu ve çenemin altından damağıma kadar giden acıyı hissettim. Refleksle ağzımı açtım ama acı daha da arttı, biraz daha hareket edersem dilimi tümden parçalayacağımı anladım. Bıçağın sapını hala tutuyordu. Büyük ihtimal öleceğimi düşündüm ancak bu şekilde faili meçhul ölemezdim, ben bile neden bunu yaptığını anlamamıştım, kanıt lazımdı. Tırnaklarımın arasına deri parçaları girmesi için boynunu tutup tırnaklarımla sıkarak derisini sıyırdım, böylece otopside DNA’sını bulabilirlerdi. Elimden kurtulup yarım açık çenemin altına saplı bıçakla yere fırlatıp üstümden atlayarak içeriye gitti.

Düştüğüm fayans kanım ve salyalarımla neredeyse kaplanmıştı, bir o kadarı da boğazımdan aşağıya akıp ciğerlerime doluyordu. Ne öksürebiliyor ne de yutkunabiliyordum, acı beynime ilerlemeye başlamıştı. Öleceğim kesindi ancak ya kanımda boğularak ya da kan kaybından olacaktı bu. “Çenenin altından bıçak mı saplanır mınakoyim” diye düşündüm. Bu arada mınakodumun yanına kar kalmasın diye başka ne kanıtlar bırakmalıydım. DNA’sını bulmaları yeterli olmazdı. Mutfağındaki cesetten elbet kurtulacaktı, adını da bilmeleri gerekiyordu, bir yere yazmalıydım. Cep telefonum geldi aklıma, cebimdeydi. Acılarım kat kat artarken kotumun daracık cebinden çıkarmak her zamankinden zor oluyordu. İçerden poşet sesleri geliyordu her an geri dönebileceğinden hangi tuşlara basmam gerektiğini önceden düşünüp yanlışsız yazmalıydım.

“L”nin hangi tuşta olduğunu düşünürken içimden “jkl, 5.tuş, 3.vuruş” dedim. O an kendime gelip ekrandaki “gameboy ve donut kolyem” cümlesini tekrar okudum, kafamı sallayıp derin bir nefes aldım ve yazıyı okumaya devam ettim…

323

Firefox eklentileri ve başka programlar sayesinde 10 saniyede bir Guburuk ve Nesnel’e gireni çıkanı görüyorum, Dakikada bir mail gelince görüyorum, yorumlara 2dk içinde cevap veriyorum ve izlediğim blogları aynı şekilde dakikasında okuyorum. Msn’de zaten hep çevirim dışıyım, sinsice izliyorum milleti. Overwatch havasına giriyorum ister istemez…

331

Ablam babalar günü için navigasyon cihazı alcakmış. Çok sevindim lan, hep isterdim onlardan eheh…

330

Dişçideyken 45 dakika falan yüz yüze baktığımızdan olsa gerek doktorla konuşasım gelir. Mesela berbere de sık gitmediğimden işi en az yarım saat sürüyor ama onda olmuyor böyle. Doktorla “ne zaman mezun oldun, evli misin çoluk çocuk var mı” diye sohbet etmek istiyorum ama kendisi ağzımdayken olmuyor işte…

329

Böceğin üstüne çakmak gazı sıksan, bildiğin bütan, böyle kaynama noktası -0.5 derece olan. Anında donarak ölür lan. Çok korkunç. Ancak eğer vücudu o anki halini korursa koy lightboxa gelsin “klozap” makrolar…
Korumazsa, o zaman niye öldürüyon?

328

Olum lan, düşündüm de Teşekkür aldıktan sonra "Ben teşekkür ederim" demedim hiç. Nasıl dememişim ki lan, içime oturdu şimdi. En son teşekkürü de lise 1'de aldıydım ha...

327

Evdeyken telefonla konuştuğumda karşıdaki ya “yeni mi uyandın” diyor ya da “ne mıymıy konuşuyon lan” diyor. Napayım lan, etrafta gürültü olmayınca, heycanlı olmayınca falan niye yüksek sesle konuşuyum ki.

326

Yastıktaki tükürük kokusunun Dünyadaki en güzel ya da kötü şey mi olduğuna karar veremiyorum, uykularım kaçıyor…

325

Kalabalıkta annesi veya babası yerine başkasının elini tutan çocuğun elini tuttuğu insana bakıp olayı anladığında yaşadığı adrenalin patlaması…
Bunu yaşamayan çocuk çok şey kaçırmıştır. O patlamayı başka yerde yaşasa da o anınki bambaşkadır.

324

Ankara’nın dolmuşlarının hemen hepsinde şoförün önündeki tutacakta tornavida bulunuyor. Hepsinin yıldız tornavida olduğunu var sayarsak orda olma nedenleri koltuğun altından çıkan levyeyle aynı olmalı bence.

323

Dün Arkhe’de otururken biri gelip “Pardon sen Nesnel İleti misin?” diye sordu. Baya dumur dumur bakıştık Dübüratif’le. Ben Bluebird demese daha da bakardık ehehe… Onunla orda karşılaşabileceğimizi tahmin etmiştim de hazırlıksız yakaladı. Zaten yalnız gelmiş, bizim masaya gel dedik, sohbet falan. Demek yolda görülsem tanınabiliyormuşum lan. O değil de mesela blogumu öğrenmesini istemediğim birinin yanında öyle bir şey olsa “o ne lan?” derim kaş göz kırparım falan, anlayın siz, tamam falan deyip gidin ben sizi bulurum ehe…

322

Benim boyum uzun değil kızların boyu kısa.

321

Metro çarşısında çatal bıçak satan bir dükkan var. İşte onun önünden her geçişimde şöyle güçlüsünden elektromanyetik mıknatıs olsa da şurada çalışıp eğlensek diyorum. Ne süper olurdu lan, her yerde dansöz var…

320

Lan lan lan! Nihayet 50mm lens aldım lan! Beklediğim gibi bu makineyle çekerken ilk defa zevk aldım, çohmutluyum!

319

İş başvurusu için saçımı kestirdim. Çok pis koydu lan! Arkadan toplamaya da ramak kalmıştı lan. Hep arkadan toplayabileceğim bir saçım olsun istemiştim. Yok orduevidir yok iş başvurusudur hep böyle resmi işler yüzünden uzatamadım. Halbuki uzun saç dünyanın en güzel şeyi. Of lan…

318

Şu izleyici şeysini bloga koyduğumdan beri sabırla bekliyorum 99 kişiye ulaşmasını. Böylece 100. izleyen ben olabildim, eheh…

317

Ekmek arası domates ve kaşar kadar süper bir şey yok lan! Yanında da ayran, oh mis…

316

Masamı silmek için kolonyayı almaya üşenip peçeteye axe sıktım, oh mis…

315

Esnerken çene altındaki kaslara kramp girmesi kadar pis bir durum yok lan. Ağzını da kapatamıyorsun ki…

314

Ping diye ampül yandı kafamda yine. Bu sefer kontrplak kasalı, rangefinder vizörlü, plastik Kodak lensli bir şey olacak. En kasan şey de perdeyle deklanşör. Perde mekanizması lensle bitişik zaten de sırf deklanşörün nasıl çalıştığını anlamak için dandirik plastik bir makineyi söktüm, tam iki saat Sylar edasıyla inceledim, kafamdaki gibi nasıl yaparım diye düşündüm. Bu arada defalarca flaş tarafından çok pis çarpıldım ha, baya baya çarpıyo lan.
Şuan kafamdakini yapsam deklanşör bildiğin bir ipi çekip serbest bırakma ile çalışacak ama makineyi sarsacağından yeni bir şeyler düşünmek lazım tabi. Hem daha bunun filmini sarmak var sonra vizörün açısı doğru olacak şekilde yapmak var, flaşı var… Oha çok zevkli lan, ehe…

313

Hep imrenerek baktığım, hayalini kurduğum dijital slr makinelerden birisine 2-3 ay önce sahip oldum ancak şimdi çok büyük çelişkilerle boğuşur oldum. Analog slr kullanmış insan bilir, makineye yeni film takmak, en son makaradan çıkacak fotoğrafları daha kareyi çeker çekmez merak etmeye başlamak, filmlerin kendine has tonları, kokusu, makinenin metalinin soğukluğu, ağırlığı, sesi mükemmel şeylerdir, yaşamayan bilemez. İtiraf etmeliyim ki şimdiki aklım olsa dslr yerine ne yapar eder temiz bir tane Canon A-1 bulup alırdım.

Beni asıl çelişkiye sürükleyen eğer elimde aynı anda hem analog hem de dijital varsa filmi bitene kadar analogu kullanıyorum çünkü o daha çok zevk veriyor bana. 36’lık film de sanılanın aksine hemen bitmez. Fotoğrafı düşünerek çekmelisin, baktığın kadraj içine siniyorsa, tek bir film karesini o kadraj uğruna feda etmeye gönlün elveriyorsa basmalısın deklanşöre. Tüm filmi dandirik karelere harcayıp süper bir kare gördüğünde çekemeyince çok pis koyar yoksa.

Bir de fotoğrafı beyine çekmek vardır ki en çok zevki veren şey odur. Kareyi görürsün, makineyi kaldırıp vizörden bakarsın, pozu ayarlarsın ancak ya filmin yoktur ya da kareyi çekmeye değer görmezsin, deklanşöre beyninde basarsın. O çektiğin kare gerçekten çekmiş kadar zevk verir insana çünkü hem film harcamamışsındır hem de o kareyi sadece sen görürsün, hatırlarsın…

Şimdi dslr’a 50mm lens alınca da hala zevk alamıyorsam ona daha fazla masraf yapmadan slr almayı düşünüyorum. Fotoğraf zevk işidir, neden bana zevk vermeyen makineyi kullanayım ki? Ha yine yanımda taşırım film harcamaya kıyamadığım şeyleri çekerim falan ehehe…


Yazılarımda şimdiye kadar kimseye seslenmedim ama şimdi bu yazıyı okuyan, fotoğrafçı olan, olmayan insanlara sesleniyorum:
Eğer hala analog slr kullanmamışsanız bir an önce kullanmaya bakınız. “Kullanamam ben, karışıktır onlar bikbik” diye düşünüyorsanız, hiç de değiller efendim azcık kasarsanız gayet kolay kavrarsınız. Alışana kadar en fazla bir iki makaranız boşa gider.
En güzeli bir tane çalışır olduğundan emin olduğunuz Zenit bulun, hem daş gibi makinedir hem çoğunun pozometresi çalışmaz kendiniz hesaplarsınız pozu feci zevk verir. Ha ama daha iyisini bulabilirseniz onu alın tabi. Makine metal kasalı olsun ama ha. Metal iyidir, ağırdır, candır eheh… Bulamazsanız mail atın Ankara’da bulabileceğiniz yerleri söyleyeyim. Makara bitince fotoğrafçıya sadece banyo+tarama yaptırtın, iyi olanları sonradan bastırırsınız zira kötü fotoğrafı bastırmak çok pis koyuyor ha. Eğer dediğim gibi sadece içinize sinen kareleri çekerseniz fotoğrafın kötü olmasına ya pozlama ya da odak hatası neden olmuştur. Dübüratif’in A-1’iyle çektiklerimde hep odağı yanlış yapıyordum çünkü makinenin vizörü çok kirlenmişti, pek net gözükmüyordu. Mesela benim tek makaradan çıkarabildiğim “iyi” kare rekorum en fazla 25 falandı herhalde. Ondan sonra makine tamamen mevta oldu zaten, üzüldük valla. Ayrıca bu Dübüratif benim “olm analog neymiş ki lan, hem bokum gibi hem bok gibi para götürür” düşüncelerimi makinesiyle birlikte değiştirendir. Evet, analog fotoğrafçılık banyolardan, taramalardan para götürüyor ama getirdiği zevke paha biçemiyorum ben. Lan param olsa da makaraları banyo ettirsem diye beklemek bile zevkli be!

Analog candır.

312

Kimi blog yazarları aşık olunca yazıları anlaşılmaz olmaya başlıyor. Hele sevdiceği blogunu okuyorsa 3. kişinin anlayamayacağı şeyler çıkıyor ortaya. Başıma geldi 1-2 kere, çok severek okuduğum o yazarlardan soğudum valla, okumuyorum artık. Bir de bunların ayrıldığını düşün, daha beter olacak, yapmayın etmeyin… Aslında yapmayın demiyorum hobi olarak yine yapın eheh...

Ha ama bir süredir bunalık olan yazarlar birini buluyor keyifleri yerine geliyor yazıları güzelleşiyor falan. Seviniyorum valla…

311

Yarım kase pudingi bir seferde ağza atmak kadar haz veren hiçbir şey yok…

310

Müziği algılama şeklim çoğu insandan farklı lan.

309

Uzak ilişkiler kötü lan. Sevgilin uzağa gider ya da uzaktadır bir kıskançlık, bir özlem komasına girersin, arkadaşın uzaktadır yanında olayım teselli edeyim, gezelim tozalım falan istersin yanına gidecek paran olmaz gitsen kalacak yerin olmaz bik bik bik…

Uzak hep kötüdür, ta ki sen uzaklaşmak isteyene kadar.

308

Sevgili Akbank, sitenin ne Opera’ya ne de firefox’a uyumlu olmaması nedeniyle beni İnternet Explorer kullanmak zorunda bıraktığın için tamamen gözümden düştün bilesin.

307

“Emilim” kadar evrimleşmiş başka bir küfürle daha karşılaşmadım…

306

Ahır kokusunu çok severim.

305

Şarkıların seni ele geçirmesine izin verme. Yoksa onlardan zevk alamazsın, sadece acı verirler.

304

Çok çifte standartçı insanım bazen. Sopayla dövün beni.

303

Üşengeçliğim mükemmeliyetçiliğimi bastırmak için var.

302

Lazer silahları neden bik bik diye atar anlamam. Tamam, tabanca tüfeği anlarım, güç yüklemesi falan yapar ama arhadaş koskoca gemiler neden ısrarla bik bik yapıyor? Sürekli açık bıraksana şu aleti olum. Açık kalsın salla namluyu jilet gibi doğra milleti, nedir ki? Ayrıca neden o kadar yavaş gidiyor ışınlar ve neden tepiyor?

301

Metallica’yı albüm albüm dinlerim. Şarkıları telefonuma tek tek atarsam bir özellikleri kalmazmış gibi geliyor. Mesela Call of Kthulu’yu mu dinliycem, Ride’ın başından başlıyorum dinlemeye.

300

Evek, 300.
En önemlisi teee 100’lerden beri diyip durduğum siteyi 3 kolon yapma işini hallettim nihayet. Sevmiyorum öyle metrelerce aşağıya uzayan sayfaları, güzel böyle, dimi?

Sora, izlediklerimi blog roll ile sayfaya eklemiştim, onu kaldırdım şimdilik. Ençok okuduklarımı liste şeklinde koyacam. Gerçi izlediğim herkesin yazılarını yazar yazmaz 5 dk içinde okuyorum ehe…

Nihayet istediğim gibi bir player buldum. Bulmasına buldum da dinliyonuz mu len? Bak zaten kotalıları düşünerek boyutunu düşürüyorum ha, tırsmayın o yüzden.

Bir de çetbaks koydum ki yorum yazamaya üşenen olur, bana bir şey diyecek olur, geyik yapan olur. Hiç de umduğum gibi olmadı ama yinede ben sıkılana kadar kalacak o orda.

Guburuk
burayı etkiler mi diye düşünüyordum başlarda, hiç de öyle olmadı zira konularını zorlamayla bulduğum(uz)dan buradaki yazılarımınkiyle alakasız şeyler oluyor, etkilemiyor o yüzden.

O değil bu izleyiciler şeysini blogger hayvan gibi uzatmış aşağıya, sinir oldum lan.

Ancak en güzeli eski yazılarımı özledim derken birden eskiden yazabildiğim gibi yazabilmek…

299

WinRar’a crack bulmak kadar üşendiğim hiçbir şey olmadı. Düşünmeden çift tıklayıp açtıysam uyarı çıkmadan içindekini hemen dışarı çekip kapamaya çalışmak.

298

Boncuklu tabancayı özledim lan. Kalitelisinden bulursam alırım ki…

297

Yazıyı nasıl yazayım diye düşünürken hayvan gibi tamlamalar kurup yazmaktan vazgeçiyorum. “İzmir caddesindeki köprünün altındaki dükkanın vitrini” ne lan, yuh.

296

“O değil de” kadar fonksiyonel kelime yok lan. Tek fonksiyonu var ama olsun. Yazıya girerken falan kullanmak güzel, galoş gibi.

295

Pentaprizmadaki tozları temizleme sevdasına statik elektriğe sardım bebek. Kalemi kafama sürteyim öyle çekeyim tozları derken küçüğünden Van de graaf jeneratörü yapmaya karar verdim. Bu da aklıma gelmeseydi sinirden elektrik süpürgesini dayayıp ayna, sensör, prizma ne varsa çekecektim.

294

Saatlerce yazıp yine de yazmadığın şeyler olduğunu fark etmek kadar pis bir şey yok lan!

293

Hani küçükken kola kutusunun yan tarafına basınca ayağın kenarlarına tutunurdu kutu, yürürken metalik ses çıkardı “robokopum ben! dufzzzt dufzzzt...” diye gezerdik ya. İşte o kola kutusu ayağıma küçük gelmeye başlayıp da bunu yapamadığımı fark edince büyüdüğümü fark etmiştim, çok üzülmüştüm lan. Çok seviyorum onu yapmayı be…

292

Yorulmayı özlemişim. Özellikle konserden eve geldiğimde farkına vardığım yorgunluğu…

291

Dinlediğim şarkıların sözlerine dikkat etmediğimden anlamam da. Baya bir süre sonra aniden cümleler cuk diye anlaşılır oluyor. İşte o zaman bende o şarkının değeri değişiyor…

Bir de “olm ne diyo ki lan burada” diye sözlerine internetten baktığım şarkılardan hiçbir zaman eskisi gibi zevk alamıyorum. Çok acı bir durum lan…

290

Uçaktan indim, valizi falan aldım otobüsü bekliyorum. Kapıdan çıkarken önümde iki kız vardı, birinin sevgilisi haber vermeden karşılamaya gelmiş. Benim arkamdan durağa geldiler, onlar da bekliyor.

Bir kaç dakika sonra bunlara tekrar baktım, sevgililer yumulmuşlar birbirlerine diğer kız da zavallım etrafa hımnıskmınskmmırmır edasıyla bakıyor bayık gözlerle. Olum yapılır mı lan?! Ne kadar özlemiş olursan ol insan yanındakini de düşünür, bu kız biz yiyişirken kimle konuşacak, napacak der. Bu kadar da açlık, görgüsüzlük olmaz lan!

289

Fark ettim de, bir sefer bile olsa çay demleyeyim de içeyim demedim. Çay içen biri değilim zaten…

288

50mm lens aldıktan sonra param olur olmaz hemen bulabildiğim en iyi walkmani alıp karışık kaset doldurucam! Yanımda bir sürü kasetle dolaşıp evde de hızlı kaset değiştirme alıştırmaları yapıcam. Geri sarmak için özel kalemim de olacak, hey yavrum hey…

Böyle birden bire neremden çıktı bilmiyorum, galiba çocukluğum aklıma geldi. Gerçi çocukken pek alakam da yoktu walkmanle, şuan götümden kurdum bu hayalleri, mutluyum.

287

Kaydırakta arkadan gelen çarpmasın diye hızlıca kalkmanın bünyede bıraktığı stresi, heyecanı özledim.

286

Bir haftadır Half Life 2’nin tüm episodelarını oynayıp içim dışım HL olduktan sonra Concerned’ı okumakla apayrı bir kombo yaptım…

285

Ben, Dübüratif, Kontes, Elif ve Zombican ile topuşup blog açtık bebek!

Daha yeni ilk yazımızı yazdık. Her hafta sizin oyladığınız bir konuyla ilgili yazıcaz.
İçimizden en az ikimizi tanıyorsunuzdur zaten. Seversiniz o yüzden yazılarımızı ehehe...

Guburuk?

284

Dublajlı diziler kadar tiksindiğim başka hiçbir şey yok.

283

Manowar’ı tüm arşivimden bıktığımda dinlerim.

282

Kurgusu “kendiliğinden” hazır bir yazım vardı, yazmaktan vazgeçmiştim. Birkaç ay geçti, şimdi yazının oluştuğu mekanlarda dolaşıyorum ama aklıma gelmiyor ayrıntıları. Çok pişmanım lan!

281

Ne zamanki 23 Nisan yurt genelinde günlük güneşlik, bir damla yağmursuz geçer işte o zaman Türkiye küresel ısınmadan etkilenmiş demektir!

280

Tek cümlede film özeti

Little Miss Sunshine: Sktret olm yaa, yedir gitsin emilim…

279

Ablamı işyerinden almaya gidiyorum bir baktım köpek köpeği kovalıyor. Oha nası köpek o derken aslında koç olduğunu fark ettim. Koç dediğim de küçük bişey, boynuzları kıvrılmamış daha ama sipsivri, kodumu deşer o derece. Ara sıra kenardaki ağacın yaprağını yiyor sonra koşuyor falan. Bildiğin hiperaktif çocuk lan. Ablamla dönerken önümüzde durup baktı bize, tırstım valla. Meğer bir teyzeninmiş, kadın ip neyim bağlamamış gülüş diye çağırıyo takip ediyo hayvan. Koça gülüş ismini vermek de apayrı. Kürkü de pamıh gibiydi lan, canım çekti valla.

Köpeği kovalıyordu lan…

278

Hani ışıklı ayakkabılar vardı, zorla aldırırdık, yansın diye topuğa basa basa yürürdük, pili bitince de bir olayı kalmazdı…

Şimdi de topuğunda tekerlek olan ayakkabılar var. Yemin ediyorum canım çekiyor lan! O ışıklı ayakkabıyı isteyen duygular yıllar sonra depreşti zorluyorlar beni. Hayır, eşek kadar adam oldum ayağıma uyacak numarası yoktur. Varsa bile giymemem ki, kendimi dıyardan onunla hayal ettim çok salak bir görüntü oluyor. Kendimi yaşlanmış hissettirdiler lan! “Meeh, bizim zamanımızda olsaydı lan bunlardan, ne icatlar çıkarıyorlar emilim” diyorum her gördüğümde.

277






Balkon candır! Hatta bildiğimiz dış kapının azını kıran, evin dışarıya açılan kapısı konumundadır benim için. Açık havada oturursun ama aynı zamanda evdesindir de. Canın sıkılınca çıkarsın etrafı izlersin. Bizimkiler yazın oturur çay içerler, onların yanında oturur konuşmalarını dinlerim. Balkonda olmasalar napayım orda, çay may içmem ben. Hele çocuksan daha süper bir şeydir o. Adeta kalendir orası senin, aşağı attığın şeyler hedefe ulaşmadan saklanma fırsatın var olm, daha nolsun!

Ancak 8-9 senedir oturduğumuz evimizin balkonu bokum gibi lan! 4 metre ilerisinde kocaman bina var. Çıkıyorum balkona sağa sola bakıyorum ki oralarda da binadan başka bir şey gözükmüyor, bir dakika durmadan geri giriyorum. Kendi evimi alırken dikkat edeceğim en önemli şeyi balkonu olacak. Geniş ve uzun olacak, etrafında beni görecek bina olmayacak en önemlisi.
Geleceğime dair şu şöyle olsun bu böyle olsun diye hayal kuramam ben. Tek hayalim bu şimdilik eheheh…

Bu balkon hayallerimi depreştiren süpersonik şarkıyı mirve sayesinde fark ettiğim için bolcana teşkür ediyorum kendisine, gözümsün =)

276

Lost s05e10’daki Sadiyd’in deri montundan istiyorum ulan! Ama sadece istiyorum, alma fırsatım olsa da almam, isterim sadece.

275

Noluyo lan herkes modelin eline balon verip fotoğraf çekiyo? Madem beğendin fikri bari azcık bekleyin de unutalım öyle yayınlayın yahu…

274

İlk fırsatta uzaktan kumandalı arabaya kamera bağlayıp güvercinlerin peşine takılacam. Bide mp3 player bağlayıp “guburuk” sesini tekrarda tutarım, hey yavrum hey eheheh…

273

Hayatta büyükler konuşurken susup onları dinlemek kadar zevk aldığım başka hiçbir şey yok! Bu sefer gerçek manada ama, eheh. Tecrübeye çok önem veririm ben. Konuştukları şey ne olursa olsun mutlaka hayat tecrübelerinden bir şeyler katıyorlar konuşmaya. Başka ne zaman böyle bir kaynak bulacaksın ki dimi.

Yalnız dikkat ettim babaların konuşması daha güzel, anneler genelde akrabalardan bahsediyorlar ki gayet sıkıcı oluyor eheh… Ha anneler de güzel bir şey konuşuyorlarsa iki konuşmayı da aynı anda dinlemeye çalışıyorum, o daha zevkli oluyor.


İşte bu zevki aldığım “Hastalardan Öğrendiklerim” diye bir blog var. Bir doktor, muayene ettiği hastalarından bir şeyler öğrenebilmek için sohbet ediyor, bazen de hastaları onunla dertleşiyorlar. Bu sohbetlerini bloguna yazıyor, konuyla ilgili şarkılar da koyuyor ki taş gibi grupların şarkıları hepsi. Baya da izleyicisi var, yorumlardan da belli oluyor bu fakat ben yorum yapmıyorum yazılarına, diğer bloglara da yorum yapamamamla alakası yok ha, susarak dinlemeyi seviyorum ya, ondan eheh…
Aman yavrum okuyun…

272

Benim “…öyle işte, biraz daha kısır?” geyiği baya baya yayılmış lan. En garibi Harun bununla kız tavlamış =P

271

Trabzon’dayım ki ben, yine… Yalnız burada iki kişilik şişime yatakta çaprazlamasına yatma zevkine doyuyorum haa.
Önceki gibi sıkılacağımı da sanmam zira her yer yeşermiş, çiçekler, böcekler falan, hayat ne güzel lan ehehe…

270

Lisedeyken “olm ne biçim hayat lan bu, ortaçağda yaşasaydım keşke. Kesin blacksmith olurdum haa, hey yavrim…” diyip duruyordum. Demirci değil yalnız, blacksmith =P

Çok severim ben o çağı, o kılıçlar, zırhlar falan, of lan. Evet aslında çağı değil silahlarını seviyorum. Blacksmith olmak isteme nedenim de ondan. En önemli zanaat lan! Herkes eline bakıyor. Hatta okulu neyim bırakıp Bursa’da eski usulü bilen bir bıçakçının yanına çırak olarak girip ustalaşınca kendi kılıcımı yapıp satmayı, benim gibilere kurs vermeyi falan düşünüyorum da yemedi tabi ki. O gazla büyükçe bir çiviyi ısıtıp döverek cep çakısı kıvamına getirmiştim ki aklı başında insanın yapacağı iş değil. Ondan sonra da Harun’la tanışınca baktım bu da benden “olm kendimiz ocak mı yapsak lan?” geyiğine girdik, tabi o da yattı haliyle ehehe…

Kılıçlardan en sevdiğim yoktur ama long sword’a sempatim vardır, kodu mu yardırır. Ancak zırhlardan platemail’i hiç sevmem. Hem yapması zor hem giymesi hem de giyince hareket etmesi. En güzeli sık dokunmuş, platemail takviyeli chainmail’dir. Hem daha sık durur hem daha kolay hareket edersin hem de kas gücü değil el emeği göz nuru bir üründür, yani bildiğin kazak ama çelik halkalardan oluşuyor işte lan =P

Her hoşuna giden şeyi kendi üretmeye çalışan ben bu chainmail’i kendim yapmayı hiç düşünemedim. Başkent-Con’da bir eleman örnek getirmiş nasıl yaptığını falan anlatıyordu ki o an dank etti! Ulan nasıl olur da ben bunu düşünemem diye kendime kızdım. O gazla eve gider gitmez zırhın ve yapıldığı malzemelerin çeşitlerini, nasıl yapıldığını falan iyice araştırdım. 1 metre bakır telle deneme yaptım ama bana gereken 3mm’lik çelik tel lan. Bakır kararıyor arkadaş. Onun da kendine has havası var ama heaa. Madem o kadar emek verecem tam olsun ama istediğim gibi çelik tel bulamadım ki lan!

Hele bulayım o zaman daş gibi 1-6’lık tunik yapacam, oh bebek…

267

Öss öğrencisi yazarların çoğunun rapor aldığı yazılarından gayet belli oluyor. İçerikten değil, sayılarından, eheh…

“Aman yavrum okuyun aman…”

268

Bim’de "Matrix 3 Revelation" diye bir tıraş bıçağı var lan.

267

Eti'yi kutluyorum. Affedersiniz ama bokum gibi seslendirme ve repliklere sahip bir animasyon reklam ile küçüklüğümden beri bayılmasam da bir sempatim olan eti cin'den soğuttu beni.

266

Tanımadığım insanların gözünün içine falan bakamazdım pek. Anne kucağındaki çocuk baksa bile ilk gözünü kaçıran ben olurdum.
Artık inatlaşıyorum, gözünü kaçıran top olsun falan diyorum içimden ehehe =)

265

Buraya bir şeyler yazmıyorsam bilinmeli ki kendimi oyunlara vermiş ve günlük hayatta beynim düşünce üretmiyor hale gelmiş, gözlerim de ne kadar dikkatli bakıyor gözükse de asılında hiçbir şey görmüyordur. Benim bu halde olduğumu fark ederseniz lütfen dövününüz! Budaklı meşeyi tercih ettiğimi söylememe gerek yok tabi ki…

264

2-3 hamle sonrasını olasılıklarıyla düşünerek davranmakta kadar zevk aldığım bir şey yoktur.
Şimdi ben böyle dersem karşı taraf şöyle düşünüp davranır o zaman da böyle yaparım, eğer onu yapmazda şöyle yaparsa o zaman da böyle yaparım diye baya baya if-else döngüsü yazıyorum kafamda…

Tabi böyle düşünmeye alışınca ilerde “götüme girebilecek” şeyleri de rahat fark ediyorum ancak yine de yapmama engel olmuyor. Tabi mesela bu yazının da “gg” olasılığı var ama işin içine insan faktörleri olduğundan olasılığı %20’nin altında bence. Aslında her insanda var ki bu, sadece tecrübelerini kullanmasını bileceksin, ayrıntıları hatırlayacaksın, doğru olanı seçebileceksin, yaa yaa…

263

İki haftadır “olm 5-10 liram var sadece” diye geziyorum etrafta. Yarın da Harun’un doğum günü, babamdan para isteyim bari yoksa yolda kalacam diye yanına giderken “lan dur zulaya bakıyım belki sayfaların arasında görmediğim 5 lira falan çıkar” dedim. Yüzüklerin efendisi serisinde saklıyorum paralarımı. Birikenler birine, harçlıklar birine… Kralın dönüşünden 90 lira çıktı beaaa! =D Ulan nasıl mutlu oldum ha! Kitaba karşı sevgim katlandı lan ahahahaha…

Muhtemelen lens parası diye biriktirdiğim para bu. Kullanılmayacak bu para diye beynimden öyle bir silmişim ki varlığını. Yemişim lensini lan! Yarın parayı pastaya yatırırım ki. Üzüldüydüm herif benim doğum günümde pasta neyim aldı ben alamıycam diye eheheh…

262

Apartmandan çıktıktan 1 dakika sonra dışarıda olduğumu fark ettim. Mal gibi “oha dışarıda mıyım la ben?” diye olayı idrak etmeye çalıştım. Meğersem ev ile dışarısı arasında sıcaklık farkı az olduğundan böyle olmuşum. Bizim bakkal gençken İsviçre’de bilim adamıymış, o açıkladı…

261

Lorem ipsum rulez hell yeah!...

260

Arcane’in bu yazısını okurken hatırladım, kötü oldum.

Yüzüklerin Efendisini okumaya başladığımda her kitap için başlama bitiş tarihlerini yazmıştım bir kenara. Seneye o tarihler geldiğinde o kitapların en sevdiğim bölümlerini tekrar okuyacaktım. Bunu 1-2 sene yaptım sadece. Şimdi o yazdığım yeri de tarihleri de hatırlamıyorum. Tek hatırladığım lise 1’in yaz tatiliydi ve seriyi 39 günde bitirmiştim.

Hep 2. kez tamamen, sindirerek okumak istedim o seriyi. Yaklaşık 5-6 sene geçmiş üstünden lan! Vizeler biter bitmez başlıyorum. Üstelik tarihleri de buraya yazarım kaybolmaz ehe…

259

237’deki gibi yazmak için 6 aydan fazla bekledim. En sonunda yazdım falan ama yine yazamıyorum lan! Her zaman gelmiyor böyle yazıya dökülebilecek türden şeyler.

Zaten çoğu kişi anlamadı da olayın aslında ne olduğunu, ayrıca açıklamak zorunda kaldım ki hiç sevmem lan. Hayır Pisihole’a da bu tür yazılarımı yayınlamak için üye oldum, ne zamandır tık yok lan. Aklıma geldikçe sinirleniyorum…

258

Burç muhabbeti iyidir güzeldir de her an, her dakika yapmayın şunu be!

257

“Lasombra” kelimesini duydukça, okudukça tedirginleşiyorum lan.
Vampire The Masquerade oynuyoruz. Bu lasombra şerefsizleri yüzünden baya dertler açıldı başıma, ondan…
Aslında oyunda olanları anlatmak isterdim de o zaman blog çöplüğe döner. Bunun için ayrı blog açsam yeridir haa…

256

Bazı geceler çok duygusallaşıyorum. Salak gibi ağlamak istiyorum falan… Neden bilmiyorum da ha.

+Belki ip ilginç beni ele geçirmeye çalışıyorlar ben de bilirsizce karşı koyuyorum sonuçta da böyle duygularım kabarıyordur ha? Belki 1 haftadır sadece Iron Maiden dinlemenin etkileridir? Belki içten içe kendimi iyice bok gibi görmemdendir hı? Ne diyorsun bu işe Ceymi’ciğim?

-Sana sevgili lazım abi.

+La yörü git!

-Valla bak…

+La yörü!!! *çap!* (ayağı yere vurarak kaçırmaya çalışma efektiydi bu)

255

Bazı geceler Harun’la “hadi l4d yapalım lan” diyip doyasıya zombi kafası patlatıyoruz. Mikrofonla da rahatça iletişebildiğimizden daha bi zevkli…

Yalnız bildiğin zombi değil, koşuyorlar baya baya. Hatta hayvan gibi zıplayıp, tırmanıp olduğun yere geliyorlar falan. Asıl zevki de bu veriyor, yoksa mıy mıy şeyleri vurmakla ne uğraşacam lan. Sonra değişik zombiler de var, onlar da ayrı bir tat katmış.

Hunter’lar tecavüzcü coşkun edasıyla üstüne atlıyıp tepiniyor. Zombi olmadan önce baya sportif bir elemanmış zira damdan dama geziyor.
Smoker’lar 50 metre uzaktan dilleyip kendine çekiyor. Zombi olmadan önce gırtlak kanseri olmaya yakınmış bu, zira pis pis öksürüyor hem ölünce de patlayıp ortalığı duman yapıyor.
Boomer’lar üstüne kusuyor, zombicanlar da sanki kamyondan beleş bir şeyler dağıtılıyor gibi üstüne çullanıyorlar. Bunun zombi olmadan önce ne olabileceğini bilemedim.
Tank’lar bildiğin öküz, yerden beton söküp atıyor, kodumu 50 metre uçuyorsun falan. Bunlar spor salonunda steroidle kas yapan elemanlar, zombi olunca iyice şişmişler.
Witch’ler bildiğin ergen! Ergen genç kızımız zombi olur ve karanlıkta cıbıl cıbıl oturup emo/gotik edasında ağlamaya başlar ama o ağlama sesi çok rahatsız ediyor be. Ayrıca kodumuydu tam koyuyorlar ha, öyle böyle değil, ergen gücü ehehe…

Bir de mermi bitmesin diye eline 2 tabancayı alıp salak salak uzaktan gezinenleri vurmak süpersonik zevkli zira tabancaların mermi sorunu olmuyor. Dibine gelince de dipçikle ağzına çarpıp geriye sendelerken mermiyi kafasına çakıp patlatıyoruz falan, zevkli lan, seviyoruz da hep 2 kişi oynuyoruz be…

254

Sevgili Google, senin azını burnunu kırarım! Ne lan bu yavaşlık?
İş yapamaz oldum senin yüzünden. Hayır bana mı garezin var sadece anlamadım ki…
İnsan ol iki dakka lan!

253

Ankara soğuğundan eve gelip saç kurutma makinesiyle süpersonik şekilde ısınmak kadar süpersonik bir şey yok lan!

252

Aynı isimli insanlar neden genelleme yapacak kadar çok birbirlerine benziyorlar anlayabilmiş değilim...

251

Geçen bobiler’e yaptığım monte ana sayfa olmuş lan. Ne kadar sevinçliyim anlatamam! =P
Hiç beklemiyodum ki...

250

Wheee 250. yazı ki bu! =D

Bir süre ara vermek bana yaramış sanki, hep kısa yazıları çıkıyor.

Ara sıra saçma salak anketler açıyorum ya, tamamen sıkıntıdan onlar. Yazı yazasım oluyor ama yazacak bir şey olmayınca anket açayım diyorum ben de…

Ben yokken o takip şeysine nolmuş lan öyle? Hiç güzel olmamış. Önceden yeni takipçi olduğunda tek tıkla açabiliyordum şimdi 3-4 tık gerekiyor be…

Bu arada sevgili takipçiler, tek tek bakıyorum hepinizin sayfasına.

Alt tarafa banner koydum ya “Lawful Stupid” diye, çok seviyorum lan onu. Dungeons & Dragons oyun sistemiyle dalga geçiyor bu. Sistemi bilmeseniz bile süper yarıcı diyalogları anlayabilir insan. İlk başladığımda “olm bu ingilizcemle bunu okuyabilir miyim ki” desem de baya baya okuyorum ben, siz de okuyun eğlenin diye koydum onu oraya.

Bannerın altında da şuan ki okuyucu gösteren sayaç koydum, aynısı masa üstümde de var. Yani siteye girdiğinizde anında görüyorum sizi ehe… Gerçi aynı anda 4 den fazla okuyucu hiç olmadı diyecektim ki şimdi baktım 1 seferliğine 8 kişi olmuş ehehehe =P

50 yazı öncesine bakayım dedim, teee kasım’da kalmış lan, yuh! Bide analystic verilerini yazmışım sonraki 50.yazıda da yazayım diye. Ne yazacam lan! 5 ay olmuş lan!
Gidiyorum lan ben…

249

Cnbc-e dizilerinin 24’den sonraki tekrarlarını izlemek kesinlikle daha keyifli. Çünkü 1 reklamdan sonra hemen geri başlıyorlar…

248

Yazılarımın Google Translate ingilizcesi ile okuyup okuyup kopuyoruz =)

247

Çanakkale’ye hala gidememiş biriyim ben. Bi nasip olmadı lan…

246

Yeditepe İstanbul ne güzel diziydi be…

245

Torik çok tatlı lan! Tatlı olmasının Tori Amos’a torik dememle alakası yok, tatlı hayvan.

244

1 ekmeği kaşar, ketçap ve icetea şeftali eşliğinde gecenin köründe, yatmadan hemen önce bitirip sabah kahvaltı yapmak yerine maden suyu içtim.

243

Kışın “enee negzelmiş orası" diyip garaj damına çıkıp fotoğraf çekmeyin, çektirmeyin.

İnsanın elleri üşüyo lan…

242

Vanilyalı mum almıştım 1-2 ay önce. Böyle küçük konserve kutusu içinde hem de. Metal kutu fetişi gibi bişey olduğumdan hemen aldıydım. Dayanamadım açıp yaktım bugün. Yanarken hiçte koku yaymıyo lan bu, çok sinirlendim!
Bende “Lan bu tenekenin içinde zati, ben bunu eriteyim içine tarçın neyim katarım içine ağağağ” dedim, yaparım da…

241

Odasında kargaburnu, pense, boy boy tornavida takımı, maket bıçağı, çakmak vs. bulunması gereken bir insanım. Zira sık sık lazım oluyorlar ve alet dolabına gidip gelmekten sıkıldım. Param olsa alacam da yok ki lan. Ayrıca alet dolabı dediğim de baya baya dolap ha. 2 metrelik ayakkabı dolabının alt yarısı. Mesela alıp götürün onu, babam da ben de napacağmızı şaşırırız, o derece…

240

Kaç gündür yeni makinemle yıldız fotoğrafı çekeyim diye bulutların dağılmasını bekliyorum. Uyanınca baktım ev soğuk biraz, kaç derece ki hava diye dışarıdaki termometreye bakayım dedim. Lan karlar yan yan gidiyo resmen be! Baya baya yere paralel ilerliyorlar… nisanda anca çekebilcem heralde…. Ama çok tatlı yağıyo lan =P

239

33 gün lan, en son o zaman yazmışım. O zamanlar Trabzon’daydım tabi. Gelmeme yakın baya baya sıkıldım be. Ankara’ya döneli de 23 gün oldu ama nisan ortasında geri dönücem bee…

Gelmeden önce 2 şey için sabırsızlanıyordum da birini unuttum ha… Kutay Frp oynamaya başladıydı ki bende yılların ukdesidir bu. Oyundan birini çıkaracaklarmış yerine de ben girecektim, diğerini de unuttum lan.

Buraya geldikten sonra neler yaptım tek tek anlatacak değilim ama 400D aldığımı söylemeden de geçmem lan =D Trabzonda tüm gün evde olduğumdan 200 kadar para biriktirebildim, bizimkilere “ben analog makine alıyom bari karanlık oda kursuna gidiyim de banyo beleşe gelir” dedim. Baktılar param var, harbi harbi alacam “olm onların modası geçti nie alıyon ki” falan dediler ikna edemedim, iyi ki de edememişim. Bu sefer ben daha Dslr lafı etmeden onlar dijital al bari diyip çat diye koydular nakidi önüme bir süre kendime gelemedim =P Hele makineyi alırken yanımda Harun vardı “gerçek mi lan bu şimdi? Alıyorum bak, alıyı mı?” diyip durdum eheh…

Monoton düzenim öyle bir bozuldu ki yazı yazamaz oldum lan. Hatta sürekli mesajlaştığım “überzonik” zombiyle bile mesajlaşamaz oldum. Google Reader’a bakıyorum 175 yazı birikmiş, 200 olsun hepsini okuyum diyorum. Bu 225’e 250 olsun demekle devam etti. Bu arada kimse “niye yazmıyon olm bişey” de demediğinden “lan zaten takip edenler de çık sallamıyolarmış beni” diyerek iyice saldım. En son 275 civarlarında “eaytere böeaaa!” diyerek çarptım azına 200’e düşürdüm. Bu hafta yazmayın da bitirip rahat edeyim lan, hadi lan… Tabi 175’lerdeyken “abi bunları bitireyim de yazacak bir şeyler gelir aklıma” demiştim. Onun yerine dışarı çıktığımda 6’dan sonra eve gelip kendimi oyun oynarken buldum. Üstelik sınavlara 1 ay var lan! Gerçi artık yok o kadar ama hala çalışmadım. Elime alabilme olasılığım gayet yüksek gözüküyor.

Bu arada “nerelerdesin” diye soran tek kişi Rectoa’ya tişkür ediyorum, gözümsün eheh…

238

Hiçbir zaman yataktayken tavana bakmam. Hele tavana bakarak uykumun gelmesini beklemem, düşüncelere dalmam. Yan yatarım genelde, odamı izlerim falan… Bir keresinde acaba nasıl bir his diye bakmıştım, düşüncelere dalmaya çalışmıştım. Onda da çok yabancılamıştım zaten. Tavan neymiş, peh.

237

Avlanmaya çıkmış, 3-4 kişi yan yana ilerliyoruz. Ağaçların arasında geyik gördüm, daha bizi fark etmemişti. Heyecandan nefesimi tuttum, kalbim hızlandı, sadece onu görüyordum. Çıtırtıyı duyduk, nerden geldiğini düşünmedim, sadece onun duymuş olmasından korkmuştum. Kulaklarını oynattı, kafasını kaldırdı…

O an “yapmalıyım” diye düşünürken tüfeğim çoktan omzuma varmış sayılırdı. Aramızda mermiye engel olabilecek hiç bir şey yoktu, sadece dümdüz bir ağaç koridorunun bir ucunda o, bir ucunda ben. Nişan almama bile gerek yoktu, tetiği çektiğim anda büyük ihtimal vururum diye düşündüm.

Nefesimi yavaşça verip tetiğe basarken aramıza bir karartı girdi. Onu kaybetmemeliydim, ne vardı sanki diğerlerine haber vermeyip tek başıma vurmasam? Aramıza giren engel her neyse mermi onu geçip hedefe ulaşabileceğini biliyordum, zaten yarıya kadar basılı olan tetiği tamamen çekerken kendimi sarsıntıya hazırlamak için heyecandan odağını yitirmiş gözlerim hafiften kendine gelince O’nun aslında ne olduğunu fark ettim.

Tüfek tepti, kanlar saçıldı… Tam o sırada önümden geçiyormuş, o beni ben onu görmemişiz. Kanlar havada yavaş çekim etrafa sıçrarken, daha “nasıl yapabildim” diyemeden ailesini, bundan sonra ne yapacaklarını, karısının onu görmek istediğinde hala gözümün önünde uçuşan beyin parçalarını görünce neler hissedeceğini düşündüm…



Kendime geldiğimde banyoda, gözlerim kocaman olmuş ve nefesimi tutmuş şekilde yere bakarken buldum.
Hayalimin hayallerine hoş geldin!

236

Sevgili Mor ve ötesi, seni azını burnunu kıracak kadar çok seviyorum lan!

235

Lubitel'imle çektiğim fotoğraflar tamamen içgüdüsel. Bir ara şema kullanarak alan derinliğini ayarlıyorum ama onu da bıraktım. Sonuçlar temiz çıkmasa makineyi kullanmaktan tırsarım zaten =)

234

Lost'un 2 sezonunu ardı ardına izledim rüyalarıma girmeye başladı. İyiki ilk 2 sezonu izlemiştim önceden yoksa daha feci olacaktı benim için. 4.yü bitirir bitirmez 5 başladı ilk 2 bölümü de çat diye izledim hemen, oh mis.

Yalnız gayet yüzeysel izliyorum ha. Neden rüyama giriyor onu da bilmiyorum. Hiç öyle teorilerle alakadar değilim ki zaten kendi teorilerim cuk diye tutuyor =P

Senaryosunun değil de kurgusunun hastasıyam be! Ayrıca Desmond'un aksanına da hastayım ki eheheh...

233

Hemstırım olunca adını "whee" koyacam. Kedim olunca kediş, lan, şşş, kedi, falan diyicem ad koymayacam =) Ha belki tipine göre bir şey bakarım eheh...

232

Yılbaşı gecesi kendi yazılarımı okudum baştan sona, kaşık kaşık nar yedim, msn'de 1-2 kişiyle konuşup aynı anda da ablamla birlikte tv izledim. Gayet eğlenceliydi bence.

Özellikle kendi yazılarımı okumak süperdi beee! Sadece kendi güleceğim espriler yapıyordum eskiden ilerde okuyunca sadece ben gülerim diye, hakkaten yarıla yarıla okuduğum yazılar vardı be, çok keyif aldım.

Ayrıca evet yılbaşında yaptıklarımı şimdi yazıyorum =P

231

Beni tatmin edecek türde müzik bulamıyorum artik.

230

Tuvalet kağıdında neden koala desenli baskı var?

229

Ankara'da olduğum sırada içimde nedensiz bir heyecan vardı. Ertesi gün arkadaşlarla buluşacağım için falan sanıyordum. Rüyamda da onları görmüştüm çünkü. Onlardan ayrılıp durağa yürürken fark ettimde mutluyum lan ben!

Kafam o kadar rahat ki. Geçen sene bu zamanlardaki gibi ilişkimizi devam ettirmek için kasmak zorunda olduğum sevgilim yok, cins cins arkadaşlarım var ki hepisi süpersonik eğlenceli insanlar, ÖSS yok, KPSS'de bir yere yerleşemeyip bir süre daha Ankara'da kalıcam falan... Çoğu ironik ama mutluyum be =)

228

Ham meyve tadı çok ilginç. Mesela ağaçta yetişen tüm meyvelerdeki o ham tat benzerdir. Küçükken o kadar çok yedim ki adeta ham meyve gurmesi gibi görüyorum kendimi.

227

Kış ortasında bahar havasının hastasıyam!

226

Ceren doğum günüme gelmemişti, neden gelemedin falan diye aramıştım ulaşamamıştım da. Meğersem evden çıkamamış yavrucak, msn'de "buluşalım da hediyeni vereyim hem" dediydi.

Buluştuk, kitap alması gerekiyormuş, aradık mamafih bulamadık, sonra da Arkhe'ye oturduk. Yımırta almış bana. Hani içinde fasulyemsi bir tohum var suluyorsun o üstünden çıkıyor falan. Sohbet ederken "stopmotion yapcam ben" dedim "ohaaa harbi miii" dedi, oh be nihayet ne olduğunu bilen birini buldum diye sevindim baya, nasıl olsun falan diye konuştuk sonra lan gel şimdi yapak öylesine diye yımırtalarla yaptık 2 tane.

Çıkınca da ayıcıklı jelibon falan aldım daha özenle bir şeyler yapmak için de sonradan bizimkilerle hepisini yidik ehehe...


225

Genelde vücudumu monoton olarak kullandığım işleri yaparken daha iyi düşünüyorum. Mesela yürümek, banyo yapmak falan. Bunları yaparken vücudunu nasıl kullanacağını düşünmezsin, ayrı bir canlıymış gibi dokunarak kas hafızasıyla hareket eder, beyin de kendi işine bakar. Trans hali gibi. Benim de aklıma ne gelirse o zaman geliyor. Eskiden aynı yolu çok yürürdüm, o zamanki yazılar birbirine çok benziyor. Çok seviyorum o yazılarımı... İstiyorum ki hep öyle işler yapayım da öyle düşüncelere yer olsun beynimde...

224

Öylesine girdiğin mağazada "hoşgeldiniz" diyen reyon görevlisine karşılık verip vermemekte kararsız kalmak, sevmiyorum.

223

Ayasofya'nın kokusu var ya hani, böyle mentolümsü bir koku, işte o kokuya bayılıyorum!

222

Eski fotoğraflara bakıp, adını bırak kendisini bile hatırlamadığım sınıf arkadaşlarım ne yapıyor diye merak ediyorum. Acaba hiç karşılaşmış mıyızdır, sokakta yürürken yanımızdan geçmiş miyizdir?

221

Çorabı el bombası gibi kullanmayan çocuk çocuk değildir!

220

Müziksiz veya televizyonsuz yemek yemeyi sevmiyorum. Kendimin veya başkasının ağız şapırtısını çekmek zorunda değilim...

219

Çok kötü. Ne zaman savaş başlasa haber kanalları çatıdan şehrin bombalanması olası yerlerini canlı olarak göstermeye başlıyor. Havada bir nokta var, kamera zoom yapıyor, nefesini tutup "uçak mı o" diye düşünürken şehrin ışıklarına doğru indiğini, ışığı, şok dalgasını, alevleri gördükten sonra kalpteki o tarif edilmez acı...

Birkaç yıl önce Irak savası başladığında ailecek göz yaşları içinde düşen bombaları, ya tutarsa diye ateşlenen uçak savar mermilerini izlerken fark edememiştim; karanlığın içinde yayılan bir tek şok dalgasının kaç hayatı söndürdüğünü gözümde canlandırdığım an, şimdi farkındayım...

Ölmeden önce Amerika ve İsrail'in çöktüğünü, süründüğünü, parçalandığını, görmek istiyorum! Gerçekten istiyorum lan...