201- İstanbul Metallica Konseri–1

____________________________________________________________________________________
Yazıya 27 Kasım 11:30’da başladım “olüm yarım saatte yazarım hemen nolcek” dedim ama 3 gün içinde toplam 5 saat ayırarak ara ara yazabildim. Yazarken de konser kaydı 2,5 kez döndü durdu. Evet uzun (5 safya) ama o ayrıntıları yazmasaydım geriye hiçbir şey kalmayacaktı. Uzunluğu yüzünden 2 parça yayınlamaya karar verdim. Sembolik olarak da kayıt tarihini 27 Kasım yaptım =)
Ayrıca unuttuğum yerlerde Harun’un büyük yardımı dokundu, teşekkür ediyorum ona.
____________________________________________________________________________________


Lise 2 de dilemeye başladığım zamadan beri ulan gelseler de canlı izlesem, Creeping Death’e “die die” diye bağırarak eşlik edebilsem diye geçirirdim içimden. Sonraları o kadar çok “geliyorlarmış olum bu sefer lan!” lafını duyup da kof çıkan haber duyduğumuzdan artık haberlere inanmamaya başlamıştık. Biri “geliyorlar” dediğinde “he he tabi” diyorduk.

Ancak 27 Temmuz konserlerinin gerçek olduğuna gelen bülten mailiyle inandım. Hemen planları yapmaya başladık, “abi otobüsle gideriz, trenle döneriz” falan diye muhabbetler dönmeye başladı. Tabi sonraları kimisinin gelemeyeceği belli oldu, bilet fiyatları açıklandıktan sonra benim gibi “oha çokmuş lan” diyenler, hayalleri yıkılanlar oldu…

Millet biletlerini almış hatta saha içi biletler bitmeye başlamıştı. O aralar dışarı da fazla çıkmadığımdan para biriktirebilmiştim ama o para fotoğraf makinesi içindi. Sonra kimdi hatırlamıyorum “abi gidelim lan” dedi. Harun’a da soralım falan diye düşündüm, “ben de sana diyecektim zaten lan” dedi. Hemen baktık bilet kalmış mı diye, saha içi biletler bitmiş 90 ytl’lik tribün ile 50ytl’lik kale arkası, sahanın teee öbür ucu biletler kalmıştı. O arada gidenler arasından sadece Harun’la ben kalmıştık. 90’lık bilet alalım dedik ama para yetmedi. Mecbur 50’lik biletlerden aldık. Gitmemizin en büyük nedeni gitmedik diye pişman olmamaktı zaten.

Bizimle birlikte gelecek olan Harun’un arkadaşı Ece vardı bir de. Onunla İstanbul’da buluşup konsere gidicektik. Çok gecikmeden Fatih Ekspresi’nden 21,25 ytl’ye ayın 25’i Cuma günü saat 23.30’a biletimizi aldık. Cumartesi sabahı 07.30’da Haydarpaşa’ya indik, Türk filmlerindeki o klasik merdivende durup İstanbul’a bakma sahnesini yaptık eheh…

Sonra Kadıköy’e gidip simit yedik, limonata içtik. Yiyeceğimizin genellikle simit olacağı gerçeğini o an fark ettik. O yüzden yanımıza da biraz simit aldık ama onların çoğunu kedişlere verdik zaten. Oradan Sirkeciye geçtik, Hayyam pasajına falan girdik gezdik, bir yerde çorba içtik. Yürüyerek Sultanahmet’e gittik orayı gezdik fotoğraf çektik derken Ece’yle buluştuk. Napalım needelim derken Ayasofya’ya gidelim dedim. Bunlar bilmiyor tabi müzelerin öğrenciye beleş olduğunu. Bende de müze kart var onunla beleş giriyorum. Neyse girdik geziyoruz, bir süre böyle “aa ne güzelmiş” modundaydık. Benim yıllar sonra 1 ay içinde İstanbul’a ikinci gelişim olduğundan gezilecek yerleri hatırlıyorum. O aralar restore çalışması yüzünden caminin yarısına iskele kuruluydu, pek fotoğraf çekemedim. Üst kata çıktık, caminin o kendine has kokusu yüzünden bizim kafalar bulanmaya başladı. O zamanlar Melih Gökçek’in Odtü’ye kafa tuttuğu zamanlardı. Cem Dinlenmiş’in “rektooor!” esprisinden konu açıldı, açılmaz olaydı. Benim çantadan dergiyi çıkarıp bir yandan gezip bir yandan da onu okuyup yarılıyor bu ikisi, ben de deli gibi fotoğraf çekiyorum her zamanki gibi. Artık etrafa bakmaz olduk, ben bunları zorla dışarı çıkardım.

Sonunda oradan çıktık. Naapak needek derken “haydin Yerebatan Sarnıcı’na gidek” dediler, eyi dedim ne diyem. Önceki gelişimde de gidemediydim zati, içimde kaldıydı. Biraz aradıktan sonra bulabildik nihayet ama sırada beklerken müze kart’ın ve öğrenci olmanın işe yaramadığını para ödemek zorunda olduğumuzu öğrendik. Ece neyse de Harun’la ben “aha girecek bize” diye tırstık. Çünkü Hala nerde kalacağımızı bilmediğimizden sürekli bir tedirginlik var üstümüzde. Biletleri alırken paramız az olduğundan “olüm parkta neyim geceleriz nolcek eki eki” diyorduk ama İstanbul’a gelince Harun caydı, o cayınca ben de caymak zorunda kaldım. Neyse 3ytl gibi küçük bir ücret ödedik de rahatladık. İçeri girdik, gezdik, hayvani büyüklükteki balıkları 50ykr ile vurmaya çalışıp vuramadım, sonra çıktık.

Acıktık biraz, bir şeyler yiyelim diye Sirkeci’deki çorba içtiğimiz lokantaya gidip lahmacun yedik. Napalım needelim derken “hadin Gülhane parkına gidelim” dedim, kem küm ettiler lan orası uzak dediler, “lan yok olm 10dk’lık yol” diye ikna ettim sonunda. Gittik oturduk banklara ama Harun’la benim nasıl uykumuz geldi var ya. Nerdeyse uyuyup kalacaktık orda.

Sonra Ece’nin bizden ayrılması gerekti, yolcu ettik. Biz de başımızı sokacak yer arama derdine düştük. Biraz gezerek otel aradık, bize uygun bir yer bulamadık sonra esnafa “ucuza adam gibi otel nerde buluruz” diye sorduk “İstiklal’in ara sokaklara bakın” dediler. Oralarda aramaya başladık bu sefer. Otellerin tiplerine bakarak geziyorduk, Hotel Efes diye bir tanesi güzele benziyordu girelim bakalım dedik. Girdik adamla konuştuk önce “80 ama size 60 olur” dedi, ben “direk ouu çokmuş kalsın” dedim. Harun “2 kişilik fiyat mı bu?” diye sormasaydı çıkıyorduk. Meğersem adam 2 kişi için söylemiş ben tek kişi sandıydım. Neyse “abi böyle böyle 2 gün kalıcaz öğrenciyiz pek fazla paramız da yok, 50 yapı ver gözünü sevek” dedik kabul etti.

Çok sevindik, hemen çıktık üstümüzü değiştirdik, biraz uzandık, kafamız da süper rahatlamıştı. Hem beklediğimizden de temiz çıkmıştı oda. Sadece makinelerimizi alıp güneşin batma saatine doğru dışarı çıkıp gezelim dedik. Gezerken Kara Güneş’e denk geldik, demo cdlerini aldım. O arada dönüş biletini geç olmadan alalım da bilet falan kalmazsa göte gelmeyelim diye yakınlarda tren bileti satan yer aradık. Sorduklarımız “aha şuradan gidecen oralarda vardı bi yer” diye yönlendirdi bizi. Bulamadık dedikleri yeri, bari yürüyerek sirkeciye gidelim dedik. Taksimden sirkeciye yürüdük, Ankara Ekspresine bileti aldık, tekrar yürüyerek güneş batarken otele geri döndük.

Dönünce biraz daha uzandık, akşam bir yerlere oturalım diye indik aşağı, nargile içebileceğimiz güzel bir yer aradık. Sonra dönüp dolaşıp hotel’in dibinde Fermantasyon diye bir yere girdik, dışarıdaki masalarından birine oturduk. Her zamanki gibi kapiçinolu nargile istedik. Beklerken Harun’un portresini çekmeye çalışıyorum onun makinesiyle, yan masada ki adamlar da bize bakıyor onu da fark ettim, biraz sakin olayım çok dikkat çekiyorum diye makineyi masaya koydum. Nargilemiz geldi, bir süre sonra yandaki adam “makinenize bakabilir miyim, bu modeli (A-1) çok kullandım şimdi görünce akrabamı görmüş gibi oldum” dedi. Meğersem adam Bosna‘ya ilk giden savaş foto muhabiriymiş. Sohbet baya güzelleşti, nargilemiz de çok güzeldi. Öyle ki ben hayatımda öyle nargile içmedim! 5-6 kez köz isteyip değiştirdik ama tadı hiç bozulmadı, yanmadı. Hala tadı damağımda ha! Neyse 12’ye kadar sohbet devam etti sonra onlar kalktı biz de 5dk sonra o güzelim nargileyi zorla bırakıp kalktık. İstiklal’de biraz daha gezip 1’e doğru yattık. Yarın ayın 27’si ve konser günüydü!

(Not-1: 2 saattir yazıyorum ve ara vermek zorunda kaldım.)

5 Yorum:

  • ne güzel yazmışsın, hikaye gibin. yer, zaman, kişiler falan.. eğlenmişsiniz de. oh oh.. devamını beklerik.

  • Adsız dedi ki...

    ofof içimde böyle çekip gitme isteği uyandı be.. bi de bildiğim yerlerde gezmiş olmanız yazıya değişiklik kattı benim açımdan. ne güzel olmuş. yan masadaki adamla sohbet ilginç olmuş =)

    yukarımdaki şahıs, ben gelince bi gün bu işi yapsak ne güzel olur di mi? gitsek taksimde otelde kalsak, ev varken kazıklansak falan, gece çıkıp gezinsek etsek oh mis
    eğer kalmalı olmazsa bile gecenin körüne kadar kalalım bi gün. olmadı annelerle gider ekeriz fsdopdf

  • macera istiyorum ulan!
    yapalım anasını satayım!

  • Adsız dedi ki...

    tamam! yapmayan yunan olsun lan.

  • Yapın tabi lan! Dikkat edin ama =P

    Teşkür ederim ayrıcanak...