66

Yeşil üzümün sarısı kabul edilemez! Yeşil üzüm yeşilken yenir, sarıyken yemek ne demek ki?

Yeşilin tatlının yanında ekşi tadı vardır, ağza atıp sıktığında “çızırt” diye patlar. Sarıyı atarsın ağzına “fışırfle diye patlar o aşırı tatlı suyu nefes borusuna kaçar 2 saat öksürtür falan.

Ha birde yeişl salkım içindeki sarılar,yumuşaklar falan vardır. En sona bırakırsın bunları kötü diye, sonra lan kalmasın tabakta diye yersin ağzındaki tüm tadı bozar. Yeşil olcek, taze olcek işte o zaman candır.

65

Karar verdim Monitöre bir şekilde soğutma sistemi yapıcam. Tüm odayı ısıtıyor hayvan! Su soğutmalı olacak büyük ihtimal. Hatta tüm bilgisayar su soğutmalı sisteme kavuşacak.

Zorunlu edit: Oha lan ne gaza gelmişim be abi! Monitöre su soğutmalı sistem ne lan? Hayır yapamayacağım birşey de değil ama uğraşmam lan. Koca odayı ısıtan şeyi suyla soğutsan o ısınan suyu soğutmmak var bide. Yuh emilim.

64

Msn’deki “:D” ifadesiyle bütünleştim artık. Fiziksel olarak da bütünleştim. Ozan da abi sana benzetiyorum lan bunu artık dediydi. Çünkü genelde enter’a basmadan önce hep :D yapıyorum. :D

63

-ki eki kadar güzel, tatlı, samimi bir ek olduğunu düşünmüyorum.

62-Farkındalık

6. yazımı okumuş. Nerden gördüm blogunu da okudum bilmiyorum demişti ama doğru söylemediğini biliyordum. Yazmaya başladıktan sonra ya takip ediyordu ya da Harun’un blog’undan görmüştü. Konuşmamız lazım diye mail atmış. Msn’de tamam konuşalım blogdaki yazı hakkında mı alan dedim, yazdığı iletilerden anlamıştım okuduğunu.

Buluştuk hiç istemiyordum aslında buluşmayı. Açıklama yapmaktan değil birbirimizi görünce “kötü” olduğumuz için istemiyordum. Neyse, buluştuk anlattım böyle böyle… “İyide biliyordum zaten bunu ben, anlatmıştın” dedi afalladım ben iyice. Sevineyim mi üzüleyim mi bilemedim. Tabi yüzündeki ifadeyi görüyordum, sövüyordur kesin diye düşündüm.


Sonra baya bir sessiz aldık. Ara sıra konuştuk böyle havadan sudan. O ara ben nedense böyle mutlu gözükeyim suratım asılmasın havasına baya kaptırdım kendimi, paso sırıtır oldum.

Sonra zorlada olsa açtı yine eski konuları, halbuki ben hiç konuşmadan ayrılmayı umuyordum. Neler konuştuk tam hatırlayamıyorum ama bir yerde yaptığımız hataların konusu geçti. İşte orada son görev misali ayrılığın “tüm” suçunu üslendim, “her şey” benim sorumsuzluğumdan oldu dedim. Bunu o söylemek istiyordu ama beni kırmaktan korkuyordu, sezdiğim için onun aklındakileri ben söyledim. Hiç de öyle düşünmüyorum aslında. Hatta ilişkiyi ben bitirmekten korkardım, düşüncesinden bile korkardım. Evet ikimiz sayesinde bitti bu ilişki diye düşünüyorum.

Sonuçta her ayrılığımızda olan bir şey oldu yine, gururumu hiçe saydım. her zamanki gibi duyunca mutlu olacağı şeyi söyledim.

Kafeden çıktık yürüyoruz, “aslında başka birisini bulmayı düşündüm, hatta benle ilgilenenler var ama buluşalım diyorum sonra iptal ediyorum” falan dedi. Nereye getirecekti lafı anlamadım ama “ben de düşündüm başka birini bulsa keşke falan diye düşündüm” dedim. Evet hakikaten istiyordum çünkü artık beni düşünmesini istemiyordum.

Sonradan tesadüfen facebook’una baktım, birisini bulmuş. Sonra fotoğraflarına baktım, benim çektiğim fotoğraflarına. Yazdığı yorumlarda ne güzel gülmüşsün falan filan demiş gülüşüyle ilgili benzetmeler yapmış. O an neler hissettiğimi asla tarif edemem. O fotoğrafları ben çektim, orda güldüğü kişi bendim! Sonra birisi gelip sevgilisi olarak o fotoğraflara yorum yapıyor! Zaten ben İstanbul’a yola çıktığımda ayrılmış. Gerçekten beni unutmak için birisiyle çıkacağına ihtimal vermezdim, madem birini bulmuş ciddidir diye düşündüm ama hiç o’nun tipi birisi değildi bulduğu. O sırada Ozanla konuşuyordum, “abi unutamadın sen o kızı” falan dedi yine. “unuttum olm, koyuyor sadece bunları okumak ama ne diyim birini bulmasının iyi olacağını söyledim” dedim.

Ondan hep O diye bahsettim. Onunla ilgili beklide son yazımda ismini söylemezsem saygısızlık etmiş olurum diye düşünüyorum. Adı Gaye, 4 yılın ortalama 3 yılı en yakınımdaki insan oldu, sevgilim oldu, ayrılıklar oldu, özlediğim oldu, uğruna ölmeyi göze alabileceğim oldu… Sonra istenmeyen şeyler oldu, “keşkeler” oldu, ama kurtuluş olmadı, bitti.

Geçen o depresif yazıyı yazdım, ertesi gün o iğrenç gerçeğin farkına vardım; başta olayın şokuyla aniden unutabildim ancak ayrılığın acısı yeni çıkıyor, unutamadım! İğrenç olmasının nedeni unuttum sanıp aslında unutamadığını kendine itiraf etmek….

Not: Ayrıca tamamen format dışı bir yazı olduğu için kendine has başlığı da var, yaaa....

61

Msn listemde bir eleman kişisel iletisine “FLASH FLASH FLASH!!! İKİZ KULELERİDE ERGENEKON İNDİRMİŞ...” yazmış. Dedim “Fransız ihtilali de onların işi aslında”, “Kesin kesin, Prenses diana’yı da sedat peker arabayla kıstırmış ondan ölmüş :P” dedi.
Geyik adammış… ama çok muhabbetim yok.

60

Harun ile konuşuyorduk uzun zaman önce; mükemmel çözünürlükte, gözden daha iyi bir fotoğraf makinesi olsa bile en fazla gözün kapasitesi kadar işlevi olacak. Bu durumda en mükemmel makine göz oluyor.

59

Unutma eylemlerinin hiçbirisi iyi değil. Duruma göre iyi olduğu düşünülse bile koyuyor.

58

Hani böyle insan yalnız hisseder ya aniden; içinde bir şeyler dışarı çıkmak birilerine açılmak ister, kimseyi bulamazsın…

Özleniyor bu duygu. Evet, yıllarca bu duygumu bastıracak o var olmasına rağmen yinede hissederdim fakat daha farklıydı o. Yalnız hissederdim, yapabileceğim tek şey aramak olurdu, yanında olamazdım. İşte bu daha kötüydü; yanında olamamak, yalnız olmadığın halde daha da yalnız hissetmek.

Ne oldu bilmiyorum, kaç aydan sonra ilk defa böyle hissettim. 5 saniyeliğine! 5 saniyelik gerçek yalnızlıktı…

Millet “unutamadın sen onu dimi” diyor sürekli, “unuttum olm” diyorum. Unuttum gerçektende. Yani birlikte olmadığımıza üzülmüyorum, özlemiyorum. Sadece yalnızlığını çekiyorum böyle nöbet geçirircesine bazen.

57

Demin uyandım, uyku sersemiyim böyle. “İnsan ne ilginç böyle yerlere halı seriyor, dolaplar falan var, çiçekleri evde besliyor” gibi şeyler düşündüm.

56

Flickr’da MerFee diye biri var. 17 yaşında yanlış hatırlamıyorsam Ankara’da oturuyor. Böyle çok iyi fotoğrafları var, portrelerinde mimiklerini falan gayet güzel kullanıyor. Zaten çektiği fotoğrafların çoğunluğu kendi portreleri. Zaten tüm izlenimlerini bu portrelerdeki tatlılığı ile sağlıyor diye düşünüyorum, ama sonradan böyle olmadığına karar verdim. Baya iyi fotoğraf çekiyor asılında. Yeni makine aldı sanki, fotoğrafları daha bir kaliteleşti. Kolaj da yapıyor mesela, gayet de güzel yapıyor. Benden iyi yapıyor ki ben hiç yapmadım ehe...

Hmm… Aslında Aphotic Aura kadar kaliteli fotoğrafları yok açıkçası. Onunkiler benimkilere bile kaç x basar be! Yine de yazmak istedim çünkü fotoğraflarına bakıldığında gayet hızlı ilerleme kaydettiği belli oluyor. Ayrıca gayet eğlenceli fotoğraflar, böyle bakarken eğleniyorum =) Kendisi de eğlencelidir ki bu kızın. Aynen Aphotic Aura gibi bu insanla da tanışmak isteyebilirim, bilmiyorum

Aslında biraz daha düşünüp yazmaya başlamam gerekirdi. Daha düzgün cümleler kurardım hiç değilse, neyse artık =)

Buyrunuz:

http://www.flickr.com/photos/merfee/

55

Ne fark ettim demin biliyon mu? Kafamda çok fazla şey olduğunda o başlardaki gibi kısa şeyler çıkıyor ortaya. Az şey olunca bir düşünceyi ayrıntılarıyla düşünüyorsun uzun yazı çıkıyor ortaya.

Kafa karışık olunca zaten içinde tonla düşünce var demek. Hepsi de ayrıntılı olacak değil ya. Kısa olanları yazmak amacıyla açtım burayı zaten.

Çok şükür pek dertli değilim şu sıralar. Dertli olsam bu yazıyı bir cümlede bitirirdim, yaa…

54

“Broken Sword 2: Smoking Mirror” : 11 yıl sonra bitirebildiğim oyun!

İlk aldığım cd oyunu, ilk bilgisayarımda oynadığım ilk cd oyunu.

Benim için yeri büyüktür. Ondan öğrendiğim İngilizceyle orta okula kadar idare etmiştim. Ablamla birlikte oynardık hep, diyalogları o anlardı. Ben sadece eşya isimlerine dikkat ederdim. Zaten point-click adventure olduğu için o önemli eheh... Zombie İsland Movie Set de kalmıştık, geçememiştik. Sonra bilgisayara Win98 yüklendi Win95’te çalışıyordu sadece, oynayamamıştık sonradan.

6.sınıfa giderken birine vermiştim cd’sini, geri alamamıştım. O kadar feci koymuştu ki anlatamam.

Hep arardım cd’cilerde bilmezlerdi. Az değil en az 10 yıllık oyun. Neyse ben bu torrent olayını yeni keşfettim buldum indirdim hemen bir tane kopya.

İSO dosyası olduğu için ilk başta virtual olarak çalıştırmayı denedim açmadı, onunla uğraştım baya. Sonra cd’ye yazıyım bakalım dedim. 1.cd’yi okudu, nasıl sevindim o kurulum ekranını görünce. Ancak 2.cd’yi okumadı. Yine hayallerim yıkıldı. Kota’nın sıfırlanmasını bekledim Oyunun 1. ve 2.sinin olduğu bir dvd kopyası indirdim. Taş gibi kurdu çalıştırdı da!

Efendim oynadım, ara verdim biraz tadını çıkarmak için. En son bugün bi oturdum başına o geçemediğimiz yeri de geçtim ve BİTİRDİM!

Hep içimde bir ukteydi Broken Sword ama sırada 1 var. Ona da azcık başladım, o da güzelmiş.

Çok mutluyum len! =) Ablama da göndericem, hatta sürpriz olsun diye söylemeden göndericem ehehe…

1.yi de bitirince oyunun kendimce incelemesini yaparım bide. Oh mis…

53

“This heart it beat, beats for only you, my heart is your’s…” aklıma takıldı çıkmıyor bu sözler ya. Adeta “sıç bok sıç Allah’ım çok töbe beynime girmiş” vakası oldu. Anlamından falan da değil ha vokalin söyleyişi yüzünden.

Parça Paramore’un My Heart’ı. Güzel parça ama bi yerde scream brutal gibi bir vokal giriyor, sevmedim. Gitmemiş bu parçaya. Scream gibi olmasaydı gidebilirdi ama kızın o yumuşak sesiyle birlikte hiç gitmemiş.

52

Geçen gün bir arkadaşın sürekli takıldığı forumda birisi siteye üye olup eski üyelerden birinin kaza geçirdiğini söylemiş falan. Bu da şüphelenmiş doğruluğundan, saat de geç olmuştu benden araştırmamı istedi.

Araştırdım baya, doğru olabileceğini düşündüm ama tam emin değildim. Değilmiş zaten.

Ama araştırırken o kadar eğlendim ki! Çünkü internet ortamında birkaç kimliğim var mesela hepsinin birbirinden bağımsız olmasına dikkat ediyorum. Yani biri araştırılırsa diğer kimlikler ortaya çıkamaz. Açık vermemeye çalışıyorum genelde. İşte bu araştırma sırasında eleman bunlara dikkat etmediği için başka kimlikleriyle tonla bilgi buldum başka sitelerde. Zor bir şey değil aslında ama eğlendim lan =)

51

İstanbul kediş kaynıyormuş. Hepsi de temiz. Güvenlik görevlileri besliyor galiba. Köpek yerine kedi besliyor sanki adamlar.

Pisi diyince de bir göz ucuyla bakıyorlar o kadar. Gayet vurdum duymazlar lan. Böyle fotoğrafını çekicem bitanesinin, pisi dedim, kediş, lan, şşş, çuççk falan dedim yok bakmıyo. Dokundum biraz, hala yok, iyice dokununca baktı yine de yakalayamadım pozu. Ağır ağabeyler sanki bana.

Ha elinde yemek olsun koşa koşa da geliyolar. Ama datlılar be yav. Kedidir, candır. Nankörlüğünden değil asil hayvan abi. Sokak kedisi medisi, insandan zarar gelmeyeceğini anlayınca herkes de yemekle üstüne gelince hayvan haliyle vurdum duymaz olmuş, adeta “cool” olmuş.

Çok datlılar ama len yidim hepisini, her gördüğüme atladım, sevdim, fotoğrafını çektim.

50

Eneee 50 olduk. Güzel oldu böyle okunma kaygısı olmadan yazmak. Aslında tüm istediğim buydu en başından beri, yeni fark edebildim. Kendim yazıyorum kendim eğleniyorum. Yani yazdıklarımın anlaşılması için ya çok yakınımda olacak ya da ben olacaksın.

Şu an 1 kişi biliyor, okuyor o da Harun. İlerde kaç kişi olur bilemem. Bir tek 44’ü bir arkadaş ısrar etti diye örnek olarak okuttum o kadar.

Bir ara kötüydü moralim falan, pek yazmak istemedim. Yazdıklarım da kötümser gibiydi zaten. Formattan ayrılıcam diye korktum.

Bir de O’nun hakkında bir yazı yazacağım tek yazı olacak. Normalde yazmayacaktım ama vazgeçtim.

İstanbul’a gittim geldim, yazamadım bayadır ama yazacak da bir sürü malzeme çıktı ehe mehe…

Böyleyken böyle…

49

İddia ediyorum My Name Is Earl’ün çok güzel adventure oyunu yapılır. Ama grafiklerin cuk oturacak şekilde yapılması gerek. Onun dışında espriler falan zaten hazır =P

48

Dünyada kedi guruldamasından daha güzel bir ses yok. Başkasına göre de rölantideki araba motoru sesidir en güzeli, nerden bilcen.

47

Damarlar ne ilginç. Kayıyo böyle, yumuşacık…

46

“Down where i’am benim isyanımdı!”

45

Hani soğuk buhar makineleri oluyor ya. Güzeller aslında. Oynaması da zevkli…

Ama yazın değil! Lan nemlendiriyor o havayı akıllı ufocular. Yazın nemli hava ne demek bilmiyonuz mu?(aslında “bilmiyor musunuz?” olacak)

Pazarlama stratejinizi sevem sizin. Koymuşlar vantilatörün önüne hortumu, neymiş serinletecekmiş? Ha karşısında dur serinlersin ama bir süre sonra o buhar ıslatır iyice seni, ayrıca odadaki bağıl nem artınca havanın ısı tutma kapasitesi artacak daha kötü olacak.

Kafamdan aşağı su dökerim şoka girerim daha eğlenceli…

Reklamınız da kötü. Yazık ediyonuz genç oyunculara =P

44

Aslında mikrodalga fırınlar kötü. Börek ısıtırsın lastik gibi olur, çorba ısıtırsın suyu üste çıkar eşit ısınmaz falan. Mesela ekmek ısıt bir kere, misler gibi olur. Tekrar ısıt taş gibi olur, su falan kalmaz içinde.

Hızlı ısıtmanın dezavantajlarını da kullanıyor sonuna kadar. Ha ama mısır yapılıyour çok güzel, onu severim.